bölüm 5 ANLAM

169 9 0
                                    

Sevgi, sevgi nasıl bir şey ki günlük. Şu bir haftadır yaşamadığım şey kalmadı, onun gözlerini görmemek için her şeyi yaptım, başaramadım. Sanki onun gözleri ihtiyacım olan bir şeydi. Ya tamamıyla bağlanacaktım ona, ya da tamamıyla gidecektim yanından. Ortası yoktu, ya hep, ha hiç.

Gözlerine bakmak, insanların benim hakkımdaki düşüncelerinden uzaklaşmak iyi oluyordu. Ama diğer yandan, bunun neden olduğunu bilmemek sinirlerimi bozuyordu. Bir haftadır, olabildiğince kaçmıştım ondan. O da yanıma gelmekle uğraşmamıştı pek fazla. Birkaç kez gözlerine baktıktan sonra terslediğimde susup kapatıyordu çenesini. Fark ettiğim bir diğer şey ise, ona baktıktan sonra birkaç saat kafam bulanıyor ve hiçbir şey tahmin edemiyordum.

"Simin, kuşum çok geç kaldın hadi. Ohoo iki saat nedir ya" günlüğümü hızla kapatıp yatağımın altına ittirdim ve üzerimdeki bebek mavisi eşofman takımını düzelttim. Çillerimi çoktan kapattığım için yeterince iyiydiler. Lenslerimi uyanır uyanmaz takmıştım. Üzerimle aynı renk olan çantamı aldım. Aşağı koştum, babam kapının önüne çoktan çıkmıştı. Hızla yanına ilerleyip arabaya geçtim. Oturduğu gibi sürmeye başladı. Derin bir nefes aldı,

"Eğer o çocukla göz göze gelirsen" aynı anda onunla devam ettirdim.

"Gözlerini oyacağım. Anladım" gülümseyip yumruğunu bana uzattı.

"Işte benim kızım" kıkırdayıp yumruğuna vurdum. "Bırak, insanların senin hakkında ne düşündüğünü duy ya da tahmin et. Gözlerin kapalı elindeki şeylerin rengini bil. Bu seni daha özel kılıyor. Kafandaki sesleri geçirmek için o çocuğa ihtiyacın yok. Vanilya?" Diye sordu soru sorarcasına. Bileğimi gösterdim.

"Yerinde" güldü.

"Güzel. Ha bu arada benim ufak bir işim var. Kendin dönebilir misin dönüşte" başımı yukarı aşağı salladım. Dönebilirdim elbet.

"Hallederim ben" araba durdu ve pistin önüne geldik. Birkaç kez yanağını gösterdi. Hızla öpüp arabadan indim. zaten geç kalmıştım, iki saat. Nasıl o kadar geç kaldığımı bilmiyordum. içeri girdiğimde koridorun sonundan gelen, en önlerinde çete lideri gibi duran Duygun ve sevgilisi Aylin, arkalarındaysa bir gurup insan beni gördüklerinde gülümsediler. Duygun işaret parmağını diğer elinin bileğine vurdu.

"geç- kal- dın pamuk şeker" gözüne bakmadığım için hala hakkımdaki düşüncelerini tahmin edebiliyordum, "garip" alışkındım, "yeni asistan bu mu" işte işler ilginçleşmeye başlamıştı, "fazla küçük değil mi" kime göre neye göre diyesim geldi de tuttum kendimi.

"Aylin, siz gidin önden ben geleceğim yanınıza. aylin homurdansa da kabul etmek zorunda kaldı "hep bu-" gözüne baktığım anda sesler uğuldamaya başlamıştı. bakışlarımı çevirip pistin olduğu yere ilerlemeye başladım.  Duygun dışında herkes gitmişti. peşimden koşarak geldi.

"ne bu atar pamuk şeker, bir haftadır yüzüme bakmıyorsun. ben de arkadaş olduğumuzu sanmıştım" gözlerimi devirip piste girdim. Arkadaş? Ben onunla arkadaş falan olmazdım. Hadi ben onunla arkadaş olmayı kabul edersem, o benim gerçeğimi öğrendiğinde benimle arkadaş kalabilir miydi. kuşaklar yine her yerdeydi. çantamı kenarı bırakıp konuştum.

"çok beklersin. bana pamuk şeker demeyi de kes, öğrendin artık adımı" aralık kapıyı kapattı ve konuştu.

"simin" benle konuşuyor gibi değildi. kendi kendine düşünüyor gibiydi. kuşakları toparlamaya başladığımda güldü "uygun ayakkabılar giyilmiş. düşmeyi sevmedin herhalde" başımı iki yana salladım.

"alışkınım ben düşmeye, beni tutmanı sevmedim" düşünmeden konuşuyordum, yapabileceğim tek şey onu olabildiğince terslemekti, böylece aklımın bulanmasına engel olabilirdim. Ayrıca benle uğraşmamasını da sağlayabilirdim.

"seni tutmaya meraklı değilim pamuk şeker. ne diye atar yapıyorsun ki, gelmedi mi aklın başına" resmen beni delirtmeye kararlıymışçasına hareket ediyordu. En başarılı olduğu konu buydu. sinirle konuştum,

"getirsene aklımı başıma. gör bak ne oluyor" alayla kahkaha attı.

"aklını başına getirdiğimde ağladığını unutuyor gibisin, akıllanmayacağını anladım. artık öncelikli amacım, aklını başından almak" kaçınmadan ya da korkmadan gözünün içine baktım, sırıtan yüzü bir anda kayboldu.

"nasıl yapacaksın onu" umursamazca omuzunu silkti. Çok fazla kişiliği bardı ve o kişilikleri bir anda değiştiriyordu. Ayak uydurmak zordu. Fazlasıyla zordu...

"yaptığımda görürsün, çok uğraşmama gerek kalmayacak" yere eğilip bir kuşağı eline aldı. "simin, adının anlamı ne" sınıfta söylemiştim ya. Daha ne istiyordu.

"sınıfta söylediğim gibi, hakkımda daha fazla bilgiye ihtiyacın yok" kocaman gözlerini kısıp bakışlarını küstahlaştırdı.

"ne olur sanki söylesen, ayrıca sadece ay saçmalıklarıyla ilgili olmadığını ikimiz de biliyoruz" ne gereği vardı öğrenmesinin, bundan önceki cümlesi umursamazdı. Şimdiyse meraklı. Delirtiyordu beni. Haklı bir nefrerle çemkirdim.

"ay olayları saçmalık değil. ayrıca, senin adının anlamını sorguluyor muyum ben duygun, benim ismimden daha garip senin adın" gülümseyip elini anlaşma yapmak istercesine bana uzattı.

"adının gerçek anlamını söyle, ben de adımın anlamını söyleyeyim" omuzumu silktim.

"sana neden güveneyim"

"bir nedeni olmasına gerek yok, güven işte. eğer güvenini harcarsam, bir sonraki seferde güvenmek için tereddüt edersin" iç sesim bağırdı "kalın ve tok sesi söylediklerine ayrı bir anlam katmıyor mu" sinirle onu susturup elimi eline uzattım, eli elime değdiği anda gerçeklikten bir anda koptuğumu hissettim.
Kuvvetli bir çığlık sesi,
Arabanın asfaltta çıkarttığı tiz çınlama
“Abi gitme"
“Anne ölme"
Duygun’ un sesiyle koptuğum gerçekliğe tekrardan bağlandığımı hissettim. Elim, elinden çekilmiş ve bir yana düşmüştü. Neydi o sesler, neydi o gerçeklikle kopma. Bunlar, hiç mantıklı değildi. Ne oluyordu bana böyle?

"iyi misin pamuk şeker" titrek bir nefes alıp başımı yukarı aşağı salladım, emin değildim, iyi miydim değil mi, anlayamıyordum ki. "ne bekliyorsun anlat o zaman" dikkatimi bir şekilde dağıtmam gerekiyordu. Başarmalıydım bunu. yerden bir kuşağı alıp kaldırırken konuştum. benimle aynı şeyi yaptı.

"annem ve babam, benim aşırı beyaz tenli olacağımı biliyormuş, babam annemin beyaz tenine vurulmuş. annemi de aya benzetirmiş. ona benzemem için, bir umut olarak adımı simin koymuşlar, hem annem, hem de ay gibi olmam için" merakla anlattığımı dinlerken ufak bir gülümseme oluştu dudaklarında.

"işe yaramış belli ki" dedi koluma bakarak. başımı bilmem dercesine hareket edip çocukmuşçasına dudağımı sarkıttım.

"eee, ben anlattım anlatacağımı, sıra sende duygun, ne adının anlamı" neden merak ediyordum ki. Umurumda olmamalıydı. derin bir nefes aldı.

"haa, benim adımın anlamı, öyle seninki gibi farklı değil. Annem. ve babam olacak adam öyle istemiş olmuş" kaşlarımı çattım.

"yani annen ve baban" başını iki yana salladı.

"değil, annem. ve  babam olacak adam" merakla sordum.

"neden annem ve babam demiyorsun" alayla güldü.

"hayat sandığın kadar toz pembe değil pamuk şeker" hayatın toz pembe olmadığının farkındaydım. Bunu bana sokak başlarında haraç kesen ve kendini kötü adama benzetmeyen biri söylüyordu.

"hayatın toz pembe olmadığının gayet farkındayım. asıl insanları dış görünüşünden yadırgayan sen hayatın toz pembe olduğunu düşünüyorsun" sabır dilercesine ellerini iki yana açıp derin bir nefes aldı.

"hayır ne  yaşıyor olabilirsin de hayatın toz pembe olmadığını anladım. yaşadığın en büyük şey elbisenin kirlenmesi-" beni aşağılaması gücüme gittiği için mi olduğunu anlayamasam da kendimi savunmak isteyip düşünmeden konuştum.

"birkaç ay aralıklarla kriz geçiriyorum" pat diye söyleyivermiştim. neden söylediğimi bilmiyordum.  emin değildi, ona güveniyor muydum, onu da bilmiyordum. yüzünü merak almıştı. Bunu söylemeyi akıl eden zihnime lanetlerimi yağdırırken sordu.

"bir çeşit hastalık mı" omuzumu silktim. Onu bilmesi gerekmiyordu.

"sayılır"  titrek bir nefes aldım "benimle uğraşmayı kesecek misin artık" diye mırıldandım, duyup duymadığına bile emin değildim. Ayrıca, umurumda da değildi.  başını iki yana salladı.

"aksine, ne olduğunu anlamak için  daha çok üsteleyeceğim" bıkkınlıkla sordum.

"neden benimle uğraşıyorsun" elini havaya kaldırıp neşeyle konuştu.

"çünkü senin arkadaşınım" arkadaşım falan değildi. Arkadaşım olması, isteyeceğim en son şeydi. İstemediklerimde ise ilk on şeyin arasındaydı.

"peki arkadaşım olduğundan benim neden haberim yok, ayrıca arkadaş falan istemiyorum. hele ki senin gibi birini " topladığımız kuşaklardan çok azı kalmıştı.

"benim gibi biri derken. nasıl biriyim ki ben" sinirle konuştum.

"psikopat, sadist, manyak, sokak başı haraçcısı. Kim bilir bilmediğim daha neler neler var" gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Manyak olduğunun bir kanıtı daha çıkmıştı su yüzüne.

"alınma ama, kendinin iki katı olan iki adamı dövdükten sonra bana psikopat diyemezsin" beni delirtiyordu. Beni kesinlikle delirtiyordu. Kafayı yedirttikten sonra böbreklerimi çalacaktı belki de. Manyak sadist psikopat.

"ona kendini savunma diyorum psikopatlık değil. ama sen, beni korkutmak için karanlık sokağın ortasında iki koca adamı karşıma çıkarttın, alınma ama ben de buna psikopat derim" ellerini teslim olurmuşçasına havaya kaldırdı.

"o kadar korkacağını tahmin etseydim yapmazdım" gözlerimi devirip toparladığım piste baktım.

"bitti benim işim. gidiyorum" çantamın yanına gidip omuzuma taktım ve odadan çıktım. peşimden gelip yanımda yürüdü.

"yanlız dışarıda yağmur yağıyor, üşürsün böyle " üzerindeki beyaz hırkayı çıkartıp bana uzattı. gerçekten dışarıda yağmur yağıyordu.

“gerek yok" diye geçiştireceğim sırada kolumdaki çantayı eline alıp hırkayı uzattı.

"hırkayı giymezsen çantan yok" manyağın tekiydi, “seni düşünen bir manyak" diyen iç sesime göz süzüp sinirle hırkayı alıp giydiğimde burnuma gelen koku tüm sinirimi yok etmişti.

"vanilya" diye fısıldadım soru sorarcasına, dudağının bir tarafı yukarı kıvrıldı.

"iyi tahmin ama değil, amber" çantamı elinden aldım.

"teşekkür ederim" gülümseyip omuzunu silkti.

"önemli değil. pamuk şeker üşümesin" egoist, patavatsız ve umursamaz birinden beklenmeyecek laflardı bunlar.

KARMAŞAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin