bölüm 20- FISILDAMA

109 10 0
                                    

dün, ne oldu. iki ay boyunca hayalini kurduğum şey, sanırım gerçekleşti. eli saçımda gezindi, küfür etse bile bana dünyada eşi benzeri olmayan bir şiirmiş gibi gelen dudaklarından "seni seviyorum" cümlesi çıktı. aslına bakarsan ne yapacağımdan emin değilim. ben bu kısma kadar  düşünmemiştim ki. hem, onun alıştığı bir kalıbı vardı. sevgili dediklerinden değildim, onlara hiç benzemiyordum ve beni öyle görmesini hiçbir zaman istememiştim. ama onun dediği gibi teni tenime değmeden sevmeyi nasıl öğretirdim ona emin değilim. ama iyi tarafından bakmak gerekirse-

yazmamı bölen babamın sesiydi. elimde oynadığım at kuyruğu yaptığım saçımın bir tutamına bakıp gülümsedi. bunu yapmak için iki nedenim olması gerekirdi, ya heyecanlı olurdum, ya da mutlu.

"yazıyorsun ve gülümsüyorsun. bir şey olmuş" yüzümdeki gülümsemeyi silmek için uğraşsam da başaramamıştım. sessiz adımlarla yanıma gelip yatağın kenarına oturduğunda defteri kapattım.

"ne oldu yavru kuşum"  başımı yok bir şey dercesine iki yana salladım. kaşlarını çattı, "babadan mı saklıyorsun" hızla ayağı kalkıp yerden bavulumu aldım. bu gün, dağa gidiyorduk ve sabahın sekiziydi. orada yazma fırsatı bulamam diye şimdiden yazmak istemiştim. günlüğü çantamın içine tıktım.

"saklamıyorum ama geç kalacağım. döndüğümde konuşuruz" pembe büyük çantayı alıp odamın kapısından dışarı çıktım. merdivenlerden koşarcasına inerken kapı çaldı.

"simin, ben o kıvırcıkla konuşmadan hiçbir yere gidemezsin" kapıyı açmadan tedirginlikle ve sessizce sordum.

"ne konuşacaksın ki" elini omuzuma koydu.

"eğer senin bilmeni isteyeceğim bir şey olsaydı seninle konuşurdum" kapıyı açtığımda karşıma bade ve derin çıktı, diğerleri yoktu. kolumu tutup beni bahçeye çektiklerinde babam konuştu.

"kıvırcık yok mu" derin hızla konuştu.

"yok. endişeni anlıyorum murat amca-" bana döndü ve kaşlarını çattı.

"amca mı denir, neyse konumuz bu değil. simini harcayacak halimiz yok üçümüz aynı odada kalıyoruz. endişe yapılacak bir şey yok, ama otobüs kaçacak, hadi simin" kolumdan tutup beni bahçenin çıkışına sürüklediler

"görüşürüz yavru kuşum" bir şey söylememe izin verilmeden kapının önünde buldum kendimi, sayelerinde. ikisi de heyecanla konuştu.

"anlat" kaşlarımı çattım.

"neyi" aynı anda gözlerini devirdiler. bade hızla konuştu.

"bizim şu ünlü karmaşa liderimiz duygunun seni nasıl sevdiğini anlat" hala yüzlerine boş boş baktığımda derin üzgünlükle bana bakıp elini kafama getirdi ve okşadı.

"ama derlerdi sarışınlar aptal diye biz inanmazdık görüyorsun değil mi bade" omuzumdaki çantayı düzeltip konuştum.

"geç kalmıyor muyduk" sabır dileyip okula ilerlediklerinde peşlerinde gittim.

"aylin yellozu da geliyormuş, haberin var değil mi" omuzumu silktim.

"desene küp küp doğrayıp kurtlara atmam daha kolay olacak" bu dediğim şeye ikisi de gülümserken çantamın omuzumdan çekildiğini hissettim. arkamdaki kişiye dirsek attığımda bunun duygun olduğunu anlamam uzun sürmedi.

"kızım öküze mi vuruyorsun ya" dedi öne eğilip karnını tutarken.

"ne yapayım. çıkmasaydın birden" doruk ve zafer gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı.

"ben seni düşüneyim çantanı almaya çalışayım, sen gel beni döv olacak iş mi" bir ona, bir de omuzumdaki çantaya baktım.

"pembe" diye mırıldandım şaşkınlıkla dördü kahkahalarını daha fazla tutamayıp serbest bırakmıştı. duygun doğrulurken başını yukarı aşağı salladım. "aman itibarına zarar gelmesin" dedim sahte bir korkuyla. elimden çantayı kaptı.

"s*kerim itibarımı önemli değil" yürümeye başladığında hızla arkasına döndü ve bileğimi tuttu. "alışamadım daha, gel yanıma" bir şey dememe izin vermeden beni okula doğru sürüklemeye başladı. dördünün de gülümsediğini biliyordum, hatta buna emindim.

"ona bir şey yapmayacaksın" dediği şeyle duraksadım. şaşkınlıkla yüzüne baktım. bana bunu nasıl söylerdi. hem de o yellozun yaptıklarına kendi gözleriyle tanık olmuşken.

"ne" bana döndü.

"ona bir şey yapmayacaksın" gülümsedim.

"çok beklersin" iç çekip yüzünü ovuşturdu. bade sinirle konuştu.

"duygun aptal falan mısın, intikam istiyoruz." derin çıkıştı.

"yere kan dökülsün istiyoruz" doruk gülerek konuştu.

"yapacak bir şey yok abi, yerliler kurban istiyor, o etler küp küp doğranacak ve kazanlar kaynayacak" yanında duran zafer sıkı bir kahkaha patlattı.

"yopocok bor şoy yok abo yorloler korbon ostoyo. salak mısın doruk" diye sinirle konuştu bade onu taklit ederek. doruk gülerek ona baktı.

"salağım cemile" diyerek tüm ülkenin bir anda yok yere psikoloji bozan dizisi aşkı-ı memnuya göndermesini tamamladıktan sonra herkes birbirine laf söyleme döngüsünü bitirmiş oldu.

"yeterince saçmaladınız hadi artık otobüs kaçacak" bileğimden tuttu ve beni okula sürüklemeye devam etti.

beş dakikanın ardından bineceğimiz otobüse gelmiştik. çoğu kişi dışarıdaydı. tek tük içeride oturanlar vardı. yola çıkmamıza az bir zaman kaldığı için umursamadan bindik. en arka beş koltuk boştu. arka arkaya dursak da en önde duygunla biz vardık. birbirimize baktıktan sonra bade, derin ve ben aynı anda çığırdık.

"en arka benim" bade hızla konuştu.

"bu işi kim kaparsa falan diye çözemeyiz, en yaşlınız benim daha ağırım" neşeyle söylendim.

"işte bu yüzden kim kaparsayla çözeceğiz" derin homurdandı.

"Senin için söylemesi kolay tabi" omuzumu silktim. Aklıma gelen şeyle gülümseyip konuştum.

"Aman boş ver, siz bunaklar yol boyunca uyursunuz zaten" ikisi de aynı anda dikti gözlerini üzerime. Sahte bir sinirle çemkirdiler aynı anda.

"Kız yoluk" hızla en arka cam kenarına geçip oturduğumda ikisi de fırsattan istifaden koşarak yanıma gelip oturdu. Duygun, zafer ve doruk ne yaptığımızı boş boş izlerken ağır adımlarla yanımıza geldiler. Duygun, Yanımda oturan badeye kenarı kaymasını işaret etti.

"Oldu, vallahi ararım siminin annesini görürsünüz" duygunun ifadesi ciddileşti ve doruk uyarırcasına konuştu.

"Bade, yana kay" olayın ciddi olduğunu anlamış olacak ki kenarı kaydığında duygun sırıtarak yanıma oturdu. Doruk badenin yanına oturduğunda derin sinirle ayaklandı.

"Ben nereye oturacağım zafer. Bunlar çiftli çifli oturuyor ne güzel, niye dışlandık ki biz" zafer derinin elini derine uzattığında tripli bir şekilde tuttu elini.

"Gel aşkım. Biz öndeki çiftli koltulara çiftli çiftli otururuz" öndeki iki kişilik koltuğa kuruldular. Duygun kolunu omuzuma doladığında şaşkınlıkla sordum.

"Ne yapıyorsun" herkes kendi halinde olduğu için kimse bizi duymuyordu. Gülerek konuştu.

"Sana sarılıyorum. Seni sevdiğimi anlayabileceğin en iyi yol bu" diye fısıldadı sessizce, ve ekledi. "En azından şimdilik" derin bir nefes alıp kokusunu içime çektim. Herkes otobüse binmişti ama duyguna bakmaya korkuyor gibilerdi. Arada sırada gözleri bizi bulsa da hemen kendilerini toparlayıp önlerine dönüyorlardı. "Beni sevdiğini daha erken söyleseydin, o küçücük kalbinde yanlız başına büyüttüğün sevgine daha erken karşılık alabilirdin" omuzumu silktim.

"Sen söyleseydin" ela gözlerini üzerime dikti.

"Lügatıma uymuyor be pamuk şeker. Keşke daha önce söyleseydim." Doruk bize dönüp konuştu.

"bade derin ve siminin aynı odada kalması, biz üçümüzün aynı odada kalması yalandı dimi" duygun kıpraşıp konuştu.

"Yalandı Tabi oğlum, siz kimle kalırsanız kalın ben pamuk şekerleyim" kaşlarımı çattım.

"Yasak değil mi" dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı.

"Karmaşa lideri Duygun Kavakla birlikteysen buna alışman gerek pamuk şeker" bana baktı. "Yasaklar s*kimde değil"...

KARMAŞAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin