bölüm 3 İKİ PSİKOPAT

197 12 0
                                    


bazen, içine düştüğümüz karanlığın içinden kurtulmak, birinin bizi dışarı çekmesini, ve karanlıklar prensesinden kaçıp beyazlar içindeki iyilikler prensesinin başımızı okşamasını, bize yardım etmesini isteriz. Ön yargı değil midir bu? Ya karanlıklar prensesi bizi, başımızı okşamak için yanına çağırdıysa, korktuğumuzdaysa, her şeyin geçtiğini inandırmak için çektiyse yanına. Ama biz, sırf mimlenmiş diye karanlığı suçlarız. Neden peki? Çünkü bazılarımız ön yargılıdır. Siyahla beyazı ayırırlar, ilk baharla son baharı ayırırlar. Gerek yok ki. Neden tanımadan yadırgıyoruz? En çok yakındığım konu bu olsa gerek...

"mavi" diye fısıldadım önümdeki kaptan bir kağıt çekerek. derin bir nefes aldım. "lütfen mavi olsun" gece hiç uyumadan, durmadan kağıt çekmiştim. hiçbiri doğru çıkmamıştı. "yalvarırım mavi olsun" titrek bir nefesin ardından gözümdeki bağı yavaşça açtım. gördüğüm şey sinirlerimin en tepeye çıkmasına sebep olmuştu. Kağıt mavi değildi. Gidiyorlardı yavaş yavaş.

"simin, hadi hazır kahvaltı" annemin sesiyle yüzümde oluşan öfkeyi silmeye çalıştım.

geliyorum" elimdeki onlarca farklı renkteki kağıtları bırakıp bağı çıkarttım. çillerimi zaten kapattığım için onları tekrar kapatmakla uğraşmadım, lenslerim evin içinde bile gözlerimdeydi. üzerime giydiğim açık pembe yüksek bel eşofmanımla bebek mavisi tişörtümü düzeltip bebek mavisi çantamı aldım ve aşağı indim. bıkkınca masada her zaman oturduğum yere geçtiğimde annem kaşlarını çattı.

"bir şey olmuş" başımı iki yana salladım. babam kıpraştı.

"pistten geldiğinden beri normal halinden eser yok, ne oldu " cevap vermedim. tabağımdaki şeylerle uğraşıp tırtıkladım.

"simin" dedi annem uyarıcı ses tonuyla, "ne oldu" iç çekip elimdeki çatalı masaya koydum.

"duyamıyorum" diye mırıldandım. ikisinin de kaşları çatıldı, "ne duyabiliyorum, ne tahmin edebiliyorum, ne renkleri anımsıyorum. yok, olmuyor başaramıyorum. bir sorun var. Bende çok büyük bir sorun var" bu ikisi içinde iyi bir durumdu ama benim için değildi, hem de hiç değildi. Bu zamana kadar neden gitmemişlerdi. Memnun değildim ama o dansçı çocuk ve gözleri. O lanet olası kocaman gözleri beni öldürecekti. Er ya da geç. "onu sadece bir kere gördün" diye söylenirken sinirle başımı ovuşturdum. O kahrolası gözleri bir kere görmem dahi yeterliydi. Bu beni öldüreceğine dair bir işaretti. "unutma" dedi yine aynı ses, bazen beni delirtmeye yarıyordu sadece, aptal iç sesim. "Rapunzel , yanlız başına yaşadığı o şatoya gelen hırsıza temkinli yaklaştı ama sonunda, evlendiler" iç sesime küfürlerimi yağdırırken gelen soruyla zihnimi rahat bırakmaya karar verdim.

"ne zamandan beri" annem, sakin olmamı istediğinde konuştuğu ses tonunu kullanmıştı. İşe yarayıp yaramaması, tartışılırdı.

"dün" babam derin bir nefes aldı. Asıl soru, şimdi geliyordu.

"dün ne oldu. anlatmadın, söyler misin ne olduğunu" yüzümü ovuşturup ayağı kalktım. Neyi anlatacaktım, o kocaman ela gözleri mi?

"gidiyorum ben. acıkırsam yerim bir şeyler" arkamdan seslendiklerini duysam da umursamadan yerdeki çantamı alıp kapıdan dışarı attım kendimi. Çiçeklerin hüküm sürdüğü bahçeden geçip demir kapıdan dışarı çıktım. kayıdımı yeni yaptırdığım okula doğru ilerlerken fısıldayarak hatırlattım kendime,

"son şansın" eğer bir kez daha ani tepki verirsem bu şansımı da kaybedecektim. "eğer bu okuldan da atılırsan, hem onları zor durumda bırakacaksın, hem kendini. sakin kalmaya çalış" her ne kadar duyamasam da duyularımı bastırmaya yarayan vanilya kokusunu sürdüğüm bileğimi burnuma yaklaştırıp kokladım. bunu birkaç sene öncesinde fark etmiştim. bazı belirgin kokular, duyularımı hafifletiyordu. en azından ilk gün için bunu yapmalıydım...

KARMAŞAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin