bölüm 18- AYAĞINI DENK AL

120 8 0
                                    


Acı. Canım acıyor, neden. Çünkü sevdiğim adamın sevgilisinin doğum gününe gitmek için hazırlanıyorum. Yazık değil mi bana. Üstelik o yelloz, benim hayatımı yazdığım günlüğümü çalmışken. İliklerime kadar hissettiğim bir duygu daha doldu içime. Kıskançlık. Kıskanıyordum onu, sadece benim yanımda olmasını istiyordum ama bu daha da acı veriyordu. Yanımdayken bile uzağımdaydı hep. Bir adımlık mesafede olsa bile, sanki bin adım uzaktaydı.

Peki hangisi daha çok acıtıyordu canımı? Yanımda olması ve gizliden gizliye onu sevmem, ama hiçbir zaman tam anlamıyla yanımda olmaması mı? Yoksa yanımda olmadan, onun yüzünü görmeden başkalarıyla beraber olması mı? Sanırım ikisi de yakardı canımı. Bu dünyada yaşarken cehennemi tatdığım söylenemezdi. O kadar yakmıyordu canımı. Sadece üzüyordu biraz. Fazlasıyla. Nedenini bilmeden onu sevmem ama onun beni sevmemesi, üstelik ilk defa böyle şeyler hissettiğim için ağır geliyordu bana. Çok ağır...
aynanın karşısındaki görüntüme baktım. gevşekçe at kuyruğu yaptığım belime gelen saçlarım oldukça özensiz duruyordu. üzerimdeki bebek mavisi eşorfman takımı onun gibi özensizdi. "hah" diye mırıldandım kendi kendime.

"o yellozun doğum günü için fazla bile süslendim." kendi  kendime söylendiğim şeyi bölen kapı sesiydi. kimseyi beklemiyordum. kimsenin geleceğini düşünmüyordum. herkes, oldukça isteksizdi ama o yellozun elinde iki günlüğümün de olduğunu bilmek, beni tedirgin ediyordu. istediği anda tüm geçmişimi gözlerin önüne dökecek güce sahipti. gerçi, ona ne kadar inanılacağı meçhuldü ama. merdivenlerden ağır adımlarla inip kapıyı açtım. duygun, onun burada ne işi vardı.

"senin ne işin var burada" diye mırıldandım ona bakarak. ellerini iki yana açtı.

"çok belli değil mi. beraber gideriz dedim" omuzumu silktim.

"sevgilinin doğum gününe mi beraber gideceğiz" ne dediğimi anlamamışçasına bana baktı.

"simin, ben ondan ayrılmaya gidiyorum doğum gününe. kutlamaya değil. haftalardır yanına gitmiyorum. her zaman senin yanındaydım" ne demek istiyordu şimdi. umursamadığını üzerine giydiği eşorfmanlardan anlıyordum. dışarıda yağmur yağıyor olacak ki üzerindeki gri hırkanın kapüşonu başındaydı. gözlerini kaçırıp söylendi. "yani. sizin yanınızda durmaktan zaman mı kalıyor kızım. onla zaman geçirmektense sizin yanınızda durmayı tercih ederim" içimde yeşeren umudun sönüp kaybolmasını izledim. ani bir cesaretle sordum.

"burada sadece ben olduğuma göre" kaşlarını çattığında ne dediğimi anladım. "yani. bizim yanımızda durmanı isteyen biz değiliz. zaman kalmıyorsa git aylinin yanına" bahçeye çıkmaya çalıştığımda söylendi.

"yağmur yağıyor. hırka al öyle çık, ıslanmasın kafan üşüme" yerden çantamı aldım.

"üşümem ya,  yağmur daha güzel zaten ıslanırsam ıslanayım umurumda değil" bahçeye çıktığımda sabır dileyip benimle beraber evden çıktı.

"diğerleri nerede" diye mırıldandım yola bakarak.

"ne o, çok meraklısın herhalde diğerlerine. beni yanında istemiyorsan gideyim ben" ne diyecektim şimdi.

"yanımda durmak istemiyorsan git. zorla tutacak değilim ya" derin bir nefes alıp konuştu.

"o zaman gitmeyeyim" başımı yukarı aşağı salladım.

"bence de, gitme" göz ucuyla bana baktığında hızla konuştum "yani yanımda durmak istiyorsan kovacak halim yok. ne istiyorsan onu yap" okulun arkasındaki kefeye daha önce hiç gitmemiştim ve nasıl bir yer olduğunu bilmiyordum. kafamın dağılması için sordum, "neden ayrılıyorsun ki aylinden, güzel kız sonuçta" omuzunu silkti.

"belki de artık gerçekten sevdiğim birini bulmuşumdur" cevap vermeden önüme döndüğümde gülerek sordu. sönen umutlarım ağlıyordu "ne o, gerçekten sevdiğim kişinin kim olduğunu sormayacak mısın" başımı iki yana salladım.

"bana ne ne yapıyorsan yap. sanki kim olduğunu söylediğinde beğenmedim desem ayrılacaksın da" kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastırdı.

"beğenmeme gibi bir şansın yok da" alayla konuştum. kafenin olduğu sokağa gelmiştik.

"ha o kadar mükemmel biri" başını yukarı aşağı sallayıp iç çekti.

"fazlasıyla mükemmel biri." elimde olsa ağlayacaktım ki bana sorduğu soru moralimi biraz olsun yükseltmişti.

"burada işimiz bittikten sonra, geçen gittiğimiz yere, çilekli süt içmeye mi gitsek" şaşkınlıkla ona baktığımda gülerek konuştu "hem, şu mükemmel kişinin özelliklerini konuşuruz" gözlerimi istemsizce devirip müzik sesinin geldiği yere peşinden girdim.

"işim var benim"

"ne işin var" derin bir nefes aldım ve sesime sahte bir neşe kattım.

"doğum günü yellozunun kemiklerini kırmayı düşünüyorum. bana katıl istersen" etraf kırmızı balonlarla süslenmişti. gören de sekiz yaşına girdiğini sanardı.

"kadınlara şiddet uygulamam pamuk şeker. psikolojik baskı uygularım" derin bir nefes aldım.

"ha bu sadece aylinle ilgili değil yani" öne eğilip ellerini dizlerinin üstüne koydu.

"anlamadığını düşünüyorum yoksa böyle bir soru sormazdın" yüzü yüzüme fazla mı yakındı, bana mı öyle geliyordu. yakınlığından içim titrerken kalbim atış hızını ikiye katlamıştı. başını hafifçe yana yatırdı. "aylin s*kimde değil. umursamıyorum. bu saatten sonra ona ne olursa olsun, ama benim sayemde olmasın. anladın mı." başımı hafifçe yukarı aşağı salladığımda doğruldu. ettiği küfürler beni rahatsız etmiyordu. sanki, o ne söylerse söylesin, benim beynim farklı anlıyordu. dudaklarından dökülen her cümle, eşi benzeri olmayan bir şiire bedeldi benim için. ister küfür, ister hakaret olsun. kabullenmiştim artık. karşılığı olmasa da seviyordum onu. çok seviyordum. iki ayda nasıl bu kadar bağlanmıştım, hayret vericiydi ama çok seviyordum. aylin bir odadan çıktığında alkışlar gelmeye başladı. mini boy kırmızı ve dar bir elbise giymişti.

"nasıp VIP girişli partiyse artık. sokaktan geçeni toplamış daha çok arkadaşı var gibi gözüksün diye bir de VIP diyor yelloz" fısıldayarak söylediğim şeyi duyan duygun bana döndü. "aman ne yapayım duygun. yelloza yelloz demek sevaptır zaten başka ne diyebilirim ki. prensesimiz canımız mı." diye homurdandım. ellerini teslim olurmuşçasına havaya kaldırdı.

"anlamıyorum, sana badeyle derinden mi bulaştı"  başımı yukarı aşağı salladım.

"bulaştı vallahi. hazır söylemişken aklıma geldi, onlar nerede" omuzunu silkti.

"gelmeyeceklerini söylediler. itiraz etmedim ben de" derin bir nefes aldım.

"umalım da şu fazlasıyla mükemmel olan kız, aylinden daha az yelloz olsun" tutamadığı kahkahasını patlatsa da kimse dönüp bakmadı. ve o an anladım. gerçekten saygı duyulan biriydi.

"o yelloz değil simin. çok mükemmel ve yelloz değil" aylin sahneye yönelirken sordum.

"peki kimmiş o fazlasıyla mükemmel ve yelloz olmayan kız" gülümseyip söyleyeceği anda mikrafonun açılma sesiyle ikimiz de ayline döndük. gülümseyerek cırtlak ve tiz sesiyle konuştu.

"geldiğiniz için teşekkür ederim. şu klişe konuşmalardan olmasını istemiyorum ve bu yüzden" doğrudan bana baktı. "bir şantaj olmasını istedim. nehir, getirir misin canım" adının nehir olduğunu öğrendiğim kız elinde iki tane defterle sahneye çıktı. bunlar, benim günlüklerimdi.

"s*keyim" sessiz bir küfür mırıldansam da duygun bana döndü. kalbim korkudan hızla çarparken aylin ilk sayfasını açtı. oraya doğru gitmeye çalıştığımda duygun eliyle gitmemem için işaret yaptı.

"isimini söylemedi. eğer sen oraya gidersen o sen gidene kadar birkaç sayfasını okur." mantıklı şeyler söylüyordu. defterin ilk sayfasını kalabalığa doğru tuttu.

"BUNU OKUYAN OLURSA VE BEN ONU ÖĞRENİRSEM ÖLÜMÜNÜ KENDİ ELLERİYLE HAZIRLAMIŞ OLUR. ne kadar zavallıca değil mi" sonra yine bana baktı. "şimdilik adını söylemeyeceğim küçük zavallı, ama istemediğim bir şey yaparsan, sayfaların hepsinin fotoğrafını, okulun sosyal medya hesabında ve kendi sayfasında görmüş olursun. ve o çok gizli sırlarını da herkes öğrenmiş olur" duygun onun yanına ilerlediğinde gülümseyip kıza defterleri geri uzattı. "gel sevgilim. hangisinin zavallı olduğunu bilmiyorsun bulaşmasın sana" duygun sinirle sahneye çıkıp mikrafona yaklaştı.

"ben çok iyi biliyorum hangisinin zavallı olduğunu aylin" ona döndü. kalbim korkuyla çarparken bana bunu yapmayacağına neredeyse emindim "şu an karşımda gördüğüm kız. hayatımda gördüğüm en zavallı kişi" omuzlarımdaki yük bir anda toz olup uçarken derin bir nefes aldım. aylinin sırıtan yüzü düştü. duygun mikrafona yaklaşmadan konuştu. öyle sertti ki ses tonu, yeri göğü inletiyordu. "söyleyin. suçsuz, masumca hissettiği şeyleri deftere yazan biri midir zavallı" tekrardan ayline döndü. "yoksa masum birinin hislerini yazıp hekesten sakladığı defteri onlarca kişinin ortasında sergileyip, kendi suçunun üstünü örtmek ve onu rezil etmeye çalışan biri midir zavallı." ellerini iki yana açtı. "işte sen busun aylin. zavallının tekisin. ve ben bu zavallının yanında bir saniye daha durmam. yanımda olmasını istediğim gurubumun yanına dönüp" sahneden inip yanıma geldi ve elime değmemeye çalışarak sanki kırılacak bir süs eşyasıymışım gibi bileğimi tuttu. dolu olan gözlerimdeki yaşların gitmesi için yalvarıyordum. "ve bu zavallının yanından çeker giderim. bulaşmasın gurubuma" hızla kafeden çıktığımızda sertçe yutkunup boğazımdaki yumrunun gitmesini umdum. beni hızla arka sokağa sürükledi. kimsenin olmadığı bir sokağa gelmiştik. gözümden bir damla yaş kayıp düşerken bir anda sanki herkesin iç sesini duyduğumu hissettim. titrek bir nefes alıp duraksadığımda durdu. gözüne baktığımda aynı şeyleri duydum.

çığlık.

acı.

vahşet.

kan.

araba sesi

"anne ölme"

titrek bir nefes daha alıp fısıldadım.

"şimdi olmaz" telaşla bana döndü.

"ne olmaz. simin iyi misin" aldığım nefesleri orantılamaya çalışıyordum. ona cevap vermedim. "simin bir şey söyle iyi misin" sesler yine aynı anda hücum etti zihnime.

"Farklısın pamuk şeker. Çok farklısın"

"Onu seviyorsun değil mi"

"Sigara içiyor mu"

"O küçük kalbinin nasıl çarptığını buna yazmak istersin"

Bir anda kaybolduğun gerçekliğe döndüm yine. Elaları telaşla bana bakıyordu.

"Simin. Ne olur bir şey söyle" elinin yanağıma değdiğini hissettim. İyi olmam için yapıyordu belki ama, hiç işe yaramıyordu. Bu kez çok güçlü bir çığlık sesi duyuldu zihnimde. İyice koptum gerçeklikten, karardı gözlerim ve karanlık sonumu hazırladım kendimin...

KARMAŞAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin