bölüm 37-tehlike

95 8 0
                                    

Tehlike neydi. Karmaşa mı, bıçak mı, ölüm mü, bir insan mı. Hiçbiri değildi. Asıl tehlike, bendim. Bu muydu gerçek kimliğim. Pembe gözlü, her işart ettiği şey tuz buz olan, insanlardan sürekli kaçınması gereken bir ucube. Bu muydu benim kimliğim. Bu muydu o çok sevdiğim benliğim. Bu muydum ben.  "Busun sen" diye haykırdı içimdeki ses. "Sen pembe gözlü ucubenin tekisin. Bundan önce de öyleydin, bundan sonra da her yaşadığın duyguda kuvvetlenerek artacak bu hissin. Her gördüğün kaçacak senden, korkacaklar zehrinden" başımı yasladığım dizlerimden kaldırmadan, aralıksız saatlerce akan göz yaşlarıma engel olmadım. Ya benim zehrim, o neredeydi. Gerçi artık o mu benim zehrimdi, ben mi onun zehriydim. İşte ona emin değildim. Tehlike bendim. SİMİN DEMİR, tehlikenin ta kendisiydim.

Ruhumu temizlemiyordu akıttığım göz yaşlarım. Sadece acılarımı besliyordu. Aralıksız kanıyordu ensemdeki yaraya dönüşmüş çizikler. Peki ya ruhumdakiler. Hayatım boyunca bir daha o eşsiz kokuya sarılamayacağım gerçeği neydi. Neden yakıyordu canımı hiç olmadığı kadar. Sanki ona sarılsam, kalbim her attığında damarlarımdan geçen zehir, ona sarıldığımda dağılmayı kesip, onun için attığını kanıtlayacaktı.

Her ne kadar odamdan dışarı çıkmam için ikna etmeye çalışalar da izin vermiyordum. Ölümcül ve bulaşan bir hastalığım varmış gibi kapatmıştım kendimi odama. Ruhum hastalıklıydı benim. Asıl hasta ruhumdu. Telefonuma bir mesaj daha gelmişti duygundan.

Kimden: dansçı çocuk
Pamuk şeker, ne olur aç şu telefonu da iyi olduğuna emin olayım. Özlediğim sesini duyayım. Pembe pembe gözlerine bakayım, kokunu içime çekeyim. Ne olur güzelim. Elim kolum bağlı oturmaktan nefret ediyorum. Ne yaşadığını bilmiyorum ama atlatırız güzelim. Beraber atlatırız. Ne olur aç şu telefonunu, okula gel. Gelmek istemiyorsan o sokağa gel. Evden çıkmak istemiyorsan söyle babana eve alsın beni konuşalım. Gözlerinin ne renk olduğu ya da diğer abuk sabuk sırlar ilgilendirmiyor beni. Söyle babana eve gelebileyim de ritmi bozulan kalbini dinleyeyim.

Göz yaşlarım sıra sıra yanaklarımdan süzülürken cevap yazmadım mesajına. İyi değildim. Yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Onun ya da herhangi başka birinin beni anlamasına ihtiyacım vardı. Yanımda olsaydı başımı göğüsüne yaslardım, yanağımı okşamasını isterdim. Geçeceğini söylemesini isterdim. Ne güzel olurdu bunları söyleseydi. Artık pamuk şeker değildim ben. Pembelerimin hepsinden kurtulduğum için siyahlara kalmıştım. Siyah kötülüğün rengi değildi. Sadece kir göstermez derler ya, oydu işte. Ne kadar kusurum varsa, örtmüştüm hepsini. Tepeden tırnağa. Sarı saçlarım ve pembe gözlerimi saymazsak...

"Mert amcam. Kurban olayım içeri gireyim ne olur aç kapıyı. Simini göreyim, gideceğim. Yemin ederim" duygun. Onun sesiydi bu. Kalbim, heyecanla çarparken aşağı inmeme çabam, takdire şayandı. Gelen bildirim sesiyle yüzümdeki göz yaşlarını elimin tersiyle silip telefonumu elime aldım. Guruptandı.

Kazandım sanma simin,
O etkileyici gösterin,
Gün gelir ellerin,
Kanıyla bulanır birinin,
Hala gerçeği bilmiyorsunuz,
Sadece tahminde bulunuyorsunuz,
Zamanı gelecek biliyorsunuz.
İşte o zamana kadar,
Sırrın benimle simin.
İster yarına gelir benimle,
İster mezara...

Herkesin sinirden deliye döndüğünü biliyordum. Bir mesaj daha geldi telefonuma.

Kimden: dansçı çocuk
Simin, eğer şimdi aşağı inmezsen babana gelen mesajı gösteririm ve o yavşağın peşine düşer

Onu görmek. Bir daha sarılamayıp kokusunu içime çekemeyeceğime emin olmak ama onu görmek ne kadar yakardı canımı en fazla. Babamın hayatını tehlikeye atmaya değer miydi. Zannetmiyordum. Hızla mesaj yazdım.

Kime: dansçı çocuk
İyi, bekle bir dakika geliyorum

Telefonumu yatağın kenarına koyup ayağı kalktım ve artık, gözlerimi acıtmaya başlayan lenslerimi gözüme taktım. Yedi yaşından sonra olmuştu bu. Nedeniyse, kimse bilmiyordu. Bilimsel olarak hiçbir açıklama yapılmamıştı. Sadece, geçirdiğim krizde bir tür fiziksel şokun etkilediğini, ve göz rengimin böyle bir renge büründüğünü söylemişlerdi. Krizden çıkıp gözümü ilk açtığım iki hafta, her şey bulanıktı benim için. Hem hayal mi, gerçk mi olduğunu anlamıyordum. Hem de annemle başka bir kadın yan yana durursa, ayırt edemiyordum. Her şey, silikti benim için. Onların bir açıklama beklediklerinin farkındaydım ama ne söyleyecek sözüm, ne verecek cevabım kalmıştı. Hata yapmıştım belki de. Onların guruplarına dahil olmak bir hataydı. Duygunu sevmek hataydı. Kalbimin onun için attığını düşünmek, bir hataydı. Arkadaşım olabilecek birilerinin olduğunu düşünmek bir hataydı. Neden öyle düşünmüştüm ki. sanki arkadaş olmadan hiçbir şey olmuyordu. Yaşamıştım bu zamana kadar yanlız, rahat mı batmıştı şimdi.

Eski simin olmak istiyordum. Tehlikesiz, dertsiz, tasasız. Böyle sorunları olmayan bir simin. Duygun Kavak a olan sevgisini itiraf etmeye utanan simin. Sinirden feleği dönen simin. İnsanların her düşündüğü beyninde yankılanan ve bundan şikayet edip, herkesi dövmek isteyen simin. Tehlikenin ta kendisi olan değil...

Merdivenlerden indiğimda babam tereddütle bana baktı.

"Simin" bir şey söylemesine izin vermeden ve düşünmeden bahçenin kapısını açtım. Bedenime dolanan kollar ve burnuma gelen koku, bedenimde bir sızı dalgası dolaşırken, damarlarımdaki kırmızı sıvının fokurdadığını hissettim. Bir tehlikeydim onun için, hepsi için. Belki de dünya için.

"Ulan kıvırcık ahtapot, çek kollarını yavru kuşumun üzerinden" babamın uyarılı sesi duyulurken duygun, başımın üstüne dudaklarını değdirdi. Bu kez, aynı sızı saç diplerimden başlayarak bedenimde dolaştı. İlk defa öpmüştü beni. Dudaklarını  ilk defa dokundurmuştu bana. İçimdeki bir ses, "aynı hissin dudağında olduğunu hisset" derken diğer ses "saçmalama simin. Derin bir nefes alıp geri çekil" onu dinlemeyi tercih ettiğimde seçmediğim iç sesim yerde ağlayıp duruyordu. Duygun gözümün içine bakmaya çalışsa da izin vermedim. Eğer gerçeği öğrenmek istiyorsa, tüm kanıtlarıyla göstermeliydim gerçeği.

"Anlatman gereken şeyler var, bu yüzden izin ver, içeri geçeyim" gözlerimi kırpmadan beşinde dolaştırdım ve içeri geçmeleri için geri çekildim. Hepsi girdiğinde kapıyı arkalarından kapattım. Bade yüze bakıp merakla sordu.

"Sen ne zamandır uyumuyorsun, ne bu gözlerinin hali" ovuşturmak istesem de lens olduğunu hatırlayıp uğraşmama kararı aldım.

"Birkaç gün oldu herhalde, büyütülecek bir şey değil. Uyuduğuma sayarım" patavatsızca odama çıktıklarında peşlerinden ilerledim. Ensemdeki yaranın kanına bulanmış yastık kılıfını görmemelerini ummak kaldı geriye sadece...

KARMAŞAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin