bölüm 29- DEDİKODU

108 8 0
                                    

duygunun peşinden, karmaşanın sokaklarında sürükleniyordum. tabi ki bu söylentileri başlatanları bulup intikam alacaktı ama, beni de peşinden sürüklemesine ne gerek vardı. saçma bir sinirle ve hızlı adımlarla ilerliyordu, onun bir adımı, benim üç adımıma denk geldiğini biliyorsak, peşinde deli gibi sürüklendiğim gerçeğini atlayamazdık.

"duygun" diye mırıldandım fazlasıyla sıktığı kolumu bırakması için, duymadı ya da umursamadı. bir kez daha seslendim.

"duygun" umursamamaya devam etti ya da aklındaki şeye öylesine odaklanmıştı ki, beni duyamıyordu.

"duygun" bu son sessizliğimdi çünkü kolumda sıktığı yerin moraracağına yüzde yüz emindim. duymadan adımlarını hızlandırdığında sinirle konuştum.

"duygun ben kalayım burada, sen benim kolumla git nereye gideceksen" dediğim şeyi anlayıp duraksadığında rahat bir nefes aldım. arkamızdan gelen üçüne önden gitmelerini işaret etti ve yanıma gelip üzerimdeki beyaz şişme montla bebek mavisi kazağımın kolunu sıyırdı. mosmor olmuştu. derin bir nefes alıp yüzünü ovuşturduğunda kendini suçlamaması için üzerimdeki kazağın kolunu kapattım.

"benim kolum kolay morarır" gibi saçma bir yalanla kurtulmayı beklerken bana "buna inanmam" dercesine baktı. kendimden emin adımlarla mahşer yerine ilerlediğimde duygun peşimden geldi.

"nereye gidiyorsun" omuzumu silkip emin adımlarıma ara vermedim.

"intikam almayacak mıyız, gidiyorum işte" elimi tutup beni durdurdu ve birkaç adım geri getirip sağı gösterdi.

"mahşer yeri orada" haklıydı. büyük siyah yapı oradaydı ve içeriden bağrışma sesleri geliyordu. elimi tutup, bu kez oraya sürüklemeye başladı. "demek ki buraya yanlız gelsen, sokaklarda kaybolursun" ikinciye geldiğim yerde nasıl ezberlememi beklerdi ki. hem de sokaklar böylesine ürkütücü, karanlık ve gizemliyken. tuttuğu elime baktığında kendi çizdiği lotus çiçeğini fark etti. o kadar sinirliyken dudağının kenarı birden yukarı kıvrıldı.

"uzun bir süre boyunca seninle olduğunu biliyorsun değil mi" başımı yukarı aşağı salladım.

"keşke hiç çıkmasa" diye mırıldandığımda gülümsedi.

"eğer hiç çıkmazsa sana haksızlık yapmış olurum. sonsuz sevgiyi ve onca pisliğin içinde tertemiz kalmayı eline değil" kalbimi işaret etti çünkü kazağımın yakası yuvarlak ve biraz açıktı, elini kalbimin üstüne koymaya çalışırsa teni tenime değerdi.  "kalbine yazmam gerekiyor. ama bir gün, elinde benim sana verdiğim yüzük olursa ve sen bunu kabul edersen" kalbim yerinden çıkmışçasına atıyordu, " o yüzük de lotus çiçeği gibi olur, işte o zaman, kalbine sonsuz sevgiyi, elineyse benim sevgimi kazımış oluruz" yapının siyah merdivenlerinden çıktığımız anda sesler hafiflemişti. içeri girmeden bana döndü.

"eğer, ben konuşurken sözümü kesersen sana patlayabilirim. bu yüzden susup söylediklerimi dinle" başımla onayladığımda bir eliyle kapıyı ittirip içeri girdi. ben de peşinden ilerledim. insanlar, yaptıkları ve konuştukları şeyleri kesip başlarını öne eğmişlerdi. herkes burada değildi. 

"akın" diye ciddi ses tonuyla konuştu duygun. akın tam önüne gelip başını öne eğdi.

"efendim abi" duygun beni de peşinden sürükleyerek merdivenlere getirdi.

"bir dakika içinde herkes en alttaki toplantı salonunda olsun" merdivenlerden indiğimizde bade karşımıza çıktı.

"ulan yoluk. ne hale getirdin lan beni" diye söylendi kendince duyguna. duygun kenarı çekilmesini istedi.

"bade sinirliyim bulaşma. doruğun yanına git, derin, sen doruk ve zafer sizin eğitiminize devam ediyorsunuz. birbirinizde dövüşün. diğerleriyle işim var benim siz inmeyin" bade ne olduğunu anlamadan bize bakarken duygun geçen geldiğimde merak ettiğim en alt kata beni indirdi. bu katta, hiç oda yoktu. hiçbir yer bölmelere ayrılmamıştı, depo gibi bir yerdi.

KARMAŞAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin