boşuna Apricity demiyorum sana

1.3K 122 51
                                    

‹hyuck pov›

Kolumdaki dijital saat 00.00'ı göstermek üzereydi, Minhyung'un kucağındaydım. Sırtım göğsüne yaslanmış, kolları da etrafımı sarmalamıştı. Çenesi hemen kafamın üzerindeydi ve arada bir kafasını eğip saçlarımı koklayıp öpüyordu. Saçlarımı koklayıp öptüğü her seferinde kalbimde hissettiğim baskı bana dönüp onu öpmem gerektiğini söylüyordu ama anı bozmak istemiyordum.

Gerçekten önemli bir yerdeydik. Minhyung için olan önemini bir yana, artık benim için de fazlasıyla önemliydi.

Bu kocaman ağacın dalları arasına yapılmış ağaç ev, Minhyung'un anlattığına göre çocukken neredeyse tüm zamanını geçirdiği yerdi ama sadece bu kadarını söylemişti. İçeriyi gezip biraz saçmaladıktan sonra oturduğumuzda bir şeyler anlatacağını sezmiştim ve sessizce bekliyordum ama hala başlayamamıştı sözlerine.

Belki de teşvik edilmek istiyor diye düşünmeden edemedim.

Minhyung 24 yaşındaydı ama onunla tanıştığımızdan beri, yüzü oldukça genç dursa da karakteri ve davranışlarıyla bana hep daha fazlasını hissettirmişti.

İstemeye istemeye kafamı çevirip yüzüne bakmaya çalıştım. Sanırım tedirginliğim yüzüme yansımıştı çünkü göz göze geldiğimizde ifadesiz suratına bir gülümseme yerleşti.

Minhyung genelde ifadesini stabil tutardı ama ne zaman ona baksam bana gülümserdi. Sıcacık gülümserdi ve buna bayılırdım. Gülümsediğinde yaşı da küçülüyordu sanki.

"Ne oldu güzelim? Yine düşüncelerin arasında yolunu bulamadın mı?"

Bir de bu vardı işte. Gerçekten her zaman nasıl hissettiğimi, hatta çoğu zaman ne düşündüğümü sanki kalbim gibi aklımı da ele geçirmişçesine, adı gibi biliyordu.

"Sedece seni düşünüyordum."

"Kucağımdayken bile beni mi düşünüyorsun?" dedi eğlenerek. Utanmamıştım ama utandığımda yaptığım gibi yüzümü boynuna sakladım. Burnumu, öpmeyi çok sevdiğim küçük benine değdirerek kokusunu içime çektim.

Minhyung'da hem tanıdık hem de yepyeni şeyler vardı. Bana verdiği güven yüzünden evde gibi hissediyordum. Sorun şu ki 18 yıl ailemle yaşadığım süre boyunca bunu hissedememiştim ama ilk kez karşılaştığımız eylül gecesi daha ilk andan ondan yayılan bu ev hissine bağımlı olmuştum.

Kollarında güvendeydim, yanında güçlüydüm ve hiçbir şey beni yıkamazdı ve tam şu an boynunu öperken fazlasıyla farkındaydım ki ona ait her şey evimdi. Ev ve yuva kavramlarını benim için sadece birer kelime olmaktan kurtaran kişiydi.

Boynuna vantuz gibi yapışmış olmama hiçbir şey söylemeden bir eliyle sırtımı, diğeriyle bacağımı okşuyordu. Aramızdaki cinsel çekim yüzünden şuracıkta sevişebileceğimizi biliyordum, yalan olmasın bunu isterdim de ama konuşmak istediğinin de farkındaydım ve bu çok da sık olan bir şey değildi.

Hemen hemen üç aydır tanışıyorduk ve bunun son bir buçuk ayını sürekli vakit geçirip sevişmekle falan geçirmiştik ama ilk defa şehrin merkezindeki aşırı lüks stüdyo dairesi dışında, onunla ilgili bir yere gelmiştik ve ilk defa bana geçmişiyle ilgili bir şeylerden bahsedecekti.

Boynunu öpmeyi kesip yanağına uzandım ve hafif bir öpücük konudurdum. Dudaklarıma uzanmaya çalıştığında ise kendimi çektim.

"Konuşmak istiyorsun değil mi? İnsanları okuma konusunda senin eline su dökemem ama sanırım bu kadarını da anlamışımdır."

Gülerek kafasını salladı. Devam ettim.

"Nasıl rahat edeceksin? Yüz yüze konuşmak rahatsız ediyorsa az önceki gibi oturabiliriz."

stay alive ⸸ markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin