"ona iyi gelmeye devam et."

746 76 45
                                    

‹mark pov›

"Mark sen şimdi git en azından bahçede bekle, bak çok kötü olur sonra."

"Ne demek git ya! Ne demek!"

Üç dakika önce dünyanın en mutlu adamıyken şu an sinir krizi eşiğindeydim.

"Orada, içeride yatan benim sevgilim. Anlayabiliyor musunuz bunu? Ona aşığım, günlerdir ağlayarak onu arıyorum ve onu göremeyeceğimi mi söylüyorsunuz bana?"

Daha bir saat önce gittiğim yerden yine elim boş dönmüş, Donghyuck'un alıp arabama koyduğu minik ıslak mendile bakarken ağlamıştım. Trafiğin ortasında ağlamaya başladığım için de az kalsın kaza yapıyordum.

Sonra bir anda Jaemin beni aradı ve Donghyuck'un bulunduğunu, hastanede olduğunu söyledi. O an kadar mutlu oldum ki aklımı kaçıracaktım mutluluktan.

Şimdi ise bana annesi babası oradayken onu göremeyeceğimi söylüyorlardı. Bu sefer de sinirden aklımı kaçıracaktım.

"Mark annesi babası çıksın bekle biraz."

Jaemin'e tüm sinirimle bakmıştım ki Yangyang koluma vurdu.

"Ya amcık ağızlı Donghyuck'un babası seni siker diyoruz, neden anlamıyorsun?"

Tam ona cevap verecektim ki biraz uzağımızda duran Jeno yaklaştı.

"Donghyuck adını söylemiş."

Boğazım düğümlendi. Dolan gözlerimi kırptım ve gözyaşlarını serbest bıraktım.

Beni tutmayı bırakan Yangyang'ın arkamdan "Hyuck uyansın ağzını dikeceğim, beşikten beri arkadaşız adamın yaptığı itliğe bak! Üç günlük herifin adını söylemiş." demişti. Hafifçe güldüm.

İnanması çok zordu ama o buradaydı. Görmeden inanmamak için direniyordum ama o gerçekten de buradaydı.

Dediklerine göre babası onu bulmuştu, yani babasının adamlarından biri. Gidip adama sarılmak istemiştim. O resmen buradaydı. Sevinçten gerçekten de ağlıyordum.

Jeno yanımda yürürken konuştu.

"Amcamla yengemi oyalayacağız, zaten içeride beş dakika durabilirsin. Senin için zorla izin aldım."

Ona gerçekten içten bir gülümseme verdim.

"Jeno, bu yaptığını ödeyemem asla..."

Omzuma vurdu.

"Aşkın gücünü kullan ve filimlerdeki gibi bir anda uyanmasını sağla, o zaman ödeyebilirsin."

...

Birkaç dakika sonra içerideydim ve gözyaşlarım delirmiş gibiydi.

Güzel yüzüne kim kıyıp vurmuştu bilmiyorum ama canının nasıl acıdığını düşündükçe deli oluyordum.

Elini tuttum ve sakinleşmeye çalıştım. Belki beni duyuyordur filmlerdeki gibi diye düşünüp sesli ağlamıyordum. Çocukça bir düşünceydi ama ağlamamı duyup da üzülmesin istemiştim.

Konu o olunca çok ütopik düşünebiliyordum.

"Apricity..."

Sesim tir tir titriyormuşum da dişlerim takırdıyormuş gibi çıkmıştı.

"Sana güzel şeyler söylemek istiyorum ama şu an tek yapabildiğim seni sadece izlemek."

Hıçkırdım.

"Donghyuck seni o kadar özledim ki aşkım..."

Elini sımsıkı tutmak istiyordum ama bileği bile mosmordu. Ona baktıkça içim hem çiçek açıyor hem de parçalanıyordu.

stay alive ⸸ markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin