‹hyuck pov›
Mükemmel derecede iyi yalan söylerim. Oyunculuğum da harikadır. Doğaçlama yapmak, bir şeyler uydurmak tam bana göre. Hatta Yangyang hep ünlü olabileceğimi söyler şakayla karışık.
Bazen, bazı şeylere mecbur bırakılırız. İlahi bir güç mü bunu yapan, yoksa tesadüfen mi geliyor herkese yaşadığı hayat bilmiyorum ama ben de hayatım yüzünden iyi yalan söylemeyi öğrenmeye mecbur bırakıldım.
Babam beni çok döverdi. Vücudumdaki çürük izlerini gizlemek kolaydı ama yüzümdekilerin bir sebebi olmalıyı. Öğretmenime, sınıftakilere, mahallenin küçük marketinde kasada duran tatlı teyzeye açıklamam gerekiyordu yara izlerini.
Gülümseyerek düştüm ya da kafamı çarptım, başıma kitap düştü ya da arkadaşımla kavga ettik demem gerekirdi haftanın en az iki günü. Gülümserken dudağımdaki yara acırdı, bazen tekrar kanamaya başlardı ama insanların acıyan bakışları daha çok acıtırdı canımı.
Babam beni o kadar sevmiyordu ki bir keresinde hastalandığı için evde kalmak zorundaydı, yüzümü görmek istemediği için dolaba kilitlemişti.
Karanlıktan korkuyordum, kapalı alanlar beni boğuyordu, birisi bağırdığında ağlamamı tutamıyordum. Hepsi babamın bana küçük hediyeleriydi. Ne hediye ama!
Bir diğer hediyesi ise biraz daha işe yarar bir şeydi. Acı eşiğim oldukça yükselmişti. Öyle tek vuruş ağlatmıyordu beni. Ya da 5-6 gün aç kalınca etkilenmiyordum mesela. Bunlarla büyümüştüm ben.
Ve bir hafta önce gözlerimi açtığım bu tek göz dairede her birini baştan yaşıyordum sanki.
Başımda beklemekle görevlendirilmiş olan adam beni her gün dövüyordu. Döverken video çekiyordu bir de. Çok garipti ama buna kafa yaramayacağım kadar ağrıyordu başım.
Hayal meyal son bir ay geliyordu aklıma arada.
Minhyung uyudum sanıp yüzümü okşuyordu bir aydır her gece. Minicik kelebek öpücükleri kondurup güzel şeyler fısıldıyordu.
Ben fısıldanmasını çok severim mesela, bağırmaya en uzak ses fısıldamak. Ve mesela Minhyung bana hiç bağırmadı, bir kere bile sesi o kadar yükselmedi.
Başıma gelen kötü şeyleri çabuk kabullenirim, oldukça alışığım çünkü ama bu eski ve tozlu koltukta acı içinde yatarken, burnumdan ve dudağımdan süzülmüş ama çoktan kurumuş kanı bile silemezken bunları kabullenmek her zamankinden daha zor.
Çünkü hayatıma o girdi ve bana dört ayda cenneti gösterdi.
Güzel şeylere alışmamak gerek derler, elimizden kayıp gider çünkü güzel şeyler. Bu hep böyledir.
Bunu bilmeme rağmen istemeden alışmıştım Minhyung'a. Gözlerine bakmaya alışmıştım, parıl parıl gözlerine bakmaya. Kokusuna ve kafamı göğsüne yaslayıp "Biraz burada nefes al." demesine alışmıştım.
Heyecanladığımda öyle yapıyordu çünkü bir keresinde ona, kokunda sakinleşiyorum demiştim.
Minhyung bu karanlık odada düşünmemem gereken ilk şeydi. Çünkü onu düşündükçe katlanıyordu acım ve onu düşünmekten başka bir şey yapamıyordum buna rağmen.
Günlerdir sadece birkaç bardak su içmiştim korka korka, en son yediğim yemek sanırsam bir hafta önce Renjun ve Yangyang ile yaptığımız kahvaltıydı. Her gün en az bir kere neden olduğunu bilmediğim bir dayak yiyordum ve yüzümün halini artık merak bile etmiyordum. Kötünün de kötüsü olmuştu elbette.
Birkaç saat sonra o adam yeniden gelecek ve gözümün önünde canımın çekmesini ister gibi yemek yiyecek, sonra kamerasını kurup dövmeye başlayacaktı. Yeni rutinim buydu ve alışmıştım.
Burada yatarken ya da günlük dayağımı yerken istediğim tek şey Minhyung'un beni unutmasıydı. Özlerse canı yanardı çünkü. Benim canım çok yanıyordu, günlerdir kaç yumruk atıldığını sayamadığım karnımdan bile çok.
covid pozitif olduğum için bu iğrenç bölümü çok umursamazsınız umarım
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stay alive ⸸ markhyuck
Cerita Pendekare you thinking about the last time? your lips all over me. /tove lo - thousand miles ‹markhyuck› texting ' düz yazı ' 2 ekim 2021: #markhyuck #1 ✨