o

781 80 40
                                    

İzlediğim kayaların içine atlayasım geliyordu. Onu göremedikten sonra aldığım hiçbir nefes benim değildi çünkü. O nefesleri bırakmam gerekiyordu.

Koskoca bir hafta geçmişti, polisler her yerde onu arıyordu. Ben her yerde onu arıyordum.

Dayanamadığımı düşünüyordum. Uçurumun kenarındaydım ve aşağısı beni çekiyordu. Ya da aslında içine çekildiğim şey sadece onsuzluktu.

Hiçbir şey bilmediğimi fark etmiştim. Bildiğim her şey alınmıştı elimden. Yeniden.

Bu iğrenç bir oyundu. Sadece delireyim diye oynanan iğrenç bir oyundu. Biraz sonra gözlerimi evimizde açacaktım.

Bir haftadır bunları söylüyordum kendime. Olmuyordu. Bir türlü onun yanında uyanamıyordum.

O yoktu. O yoksa hiçbir şey de yoktu benim için.

Hep bahsettiği annesi gelmişti oğlundan haber alamayınca. Hiç sevmediği babası da gelmişti.

O yoktu.

Günlerdir Jeno ile beraber onu bulmaya çalışıyorduk ama onu benden almışlardı.

Tıpkı annemi ve kardeşimi aldıkları gibi. Tıpkı çocukluğumu aldıkları gibi almışlardı onu benden.

Bir haftadır ne haldeydi bilmiyordum.

Oysa o akşam eve gelecekti, sarılacaktık... Öpecektim yine üzerine titreye titreye. Kollarımda uyutacaktım. Saçlarını sevecektim...

Şimdi ise ona aşkımı ilk kez anlattığım yerde yalnız başımaydım.

Çok yeni bulmuştum onu oysa. Kayıptı bulduğumda, yolu gösterince gözleri parlamıştı.

Donghyuck kaybettiğim evim olmuştu.

Zayıflatmaya çalıştığı küçük bedeni dünyam değil, cennetim olmuştu.

Ellerim titriyordu ama soğuk olduğu muhtemel havayı hissetmiyordum bile.

Ya o üşüyorsa diyordum sürekli. O çabuk üşür çünkü. Sımsıcak sarılmadan biz ısınmaz da.

Çok değil 3 ay önce burada beraberdik. Buranın manzarasını sevmişti. Beraber arabamın kaputuna oturmuştuk, elimi tutmuştu.

Gözleri yıldızlar gibi kayarken gözlerime, hiç korkmamıştım.

Büyümüştüm artık. Onu koruyup yanımda tutacaktım. Onu o kadar seviyordum ki 'seni seviyorum' derken bir salisenin binde biri kadar bile duraksamamıştı kalbim.

Hemen utanıvermişti gözleri. Yine de baktı gözlerime, hiç çevirmedi kafasını.

Önce dondu kaldı. Sonra ''Gerçekten mi ya!" deyiverdi heyecanla. O gördüğüm en güzel şeydi.

İlk kez burada öpüşmüştük. Sevdiğimiz ve izlediğimiz şey manzara değildi. Biz birbirimizi bulmuştuk. Sevmiştik. Sevişmiştik.

Onu severken ve o da beni severken, göz göze geldiğimiz her an ruhlarımız birbirine dolanıp sevişiyordu.

Biz güzeldik, hep onun güzelliği vuruyordu yüzüme.

El eleyken, teni tenimdeyken, hele dudakları tenimdeyken.. Yapamayacağımız hiçbir şey yoktu.

Biz birer fatihtik ve her an yeniden fethediyorduk birbirimizi.

Bunun için yaratılmıştık belki de. Birbirimizi arıyorduk bunca yıl.

Onu günlerdir görmediğim şu halimde bile en içimde hissediyordum ama ne var ki en içim sızlıyordu şimdi.

O uzaktayken hep hafifçe sızlayan yüreğim şimdi sızım sızım sızlıyordu. Her yanımı kara büyüden yaralar sarmış gibi yanıyordum buz gibi soğukta.

Benim içim onunla ısınıyordu çünkü.

Hayır pes etmemiştim. Konu Donghyuck'sa ben pes etmezim çünkü.

Pes etmek yenilmektir ve insanin en büyük yenilgisi kendine olandır.

İçimde koca bir orkestra her notada onu çalarken yenilemezdim kendime bile.

Çoğu zaman pes etmek en kolayıdır ama benim için pes etmek intihar olacaktı.

Ya onu bulacaktım ya da ben de kaybolacaktım, ruhularımız birbirini bulsun diye.

Bakmadığım yer kalmamıştı koca şehirde. Jeno benden de bilgiliydi bu konularda.

Ben küçükken söz vermiştim annemin rüyama geldiği bir gece, hiçbir zaman babamın yaptığını yapmayacağım diye.

Ben hiçbir pisliğe bulaşmadan yaşamaya çalışırken, Donghyuck'u da yanımda güvende tutabilirim sanmıştım.

Şimdi onu kaçıranlar kimdi bilmiyordum ama suçlu hissetmekten kendimi alamıyordum.

Onu bulacaktım ve bu sefer derslerine bile beraber girecektik gerekirse.

Benim güzel Apricity'm, kış güneşim. Onun yokluğunda her şey sadece karanlık ve bulanıktı.

Buraya onun hayaliyle biraz olsun karşılaşmaya gelmiştim. Evimize giremiyordum çünkü bir türlü.

Onsuz oraya evimiz bile diyemiyordum zaten.

Yere çökmüş ağlamak üzereyken telefonum çaldı.

Bir haber gelmiştir diye heyecanla sarıldım telefona ama arayan babamdı.

Babam beni aramazdı ki hiç. Bir iş vardı bu işte. Telefonu açtım bu yüzden.

"Efendim."

Soğuk sesime karşılık gülümsediğine emin olduğum bir şekilde karşılık verdi.

"Merhaba oğlum, nasılsın?"

Sesli bir şekilde iç çektim, onunla konuşarak vakit öldürmek istemiyordum. Ben konuşamadan devam etti.

"Laf olsun diye söyledim. Ne halde olduğunu biliyorum."

"Ee?" diyebildim sadece ruhsuz bir sesle.

"Kısa keseceğim. Sana yardım teklif ediyorum oğlum, biliyorsun elimin uzanamadığı pek yer yok."

çerez bölüm ✍🏻 afiyet olsun, çerez sevin

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

çerez bölüm ✍🏻 afiyet olsun, çerez sevin

stay alive ⸸ markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin