İçinizi yiyen bir çok şey vardır. Dillere dökemezsiniz. Çünkü dili yorar. Nefesiniz tükenir bir müddetten sonra. Kendinizi anlatasınız diye. Ve bunca yaptığınız şeye rağmen boşa çabalamış olursunuz. Yine aynı konumda bulursunuz kendinizi. Bir bakarsınız ki, sizi yine anlamamışlar. Umudunuz tükenir, artık çabalamaz hale gelirsiniz.Her serzeniş, ayrı bir vazgeçiş...
Eve geldiğimde kimse yoktu. Sabah saat 7'ye geliyordu. Melih beni arabasıyla evime bıraktıktan sonra içeriye girene kadar kapıda bekledi. Kapıyı kapattığım gibi oradan uzaklaştı. Odama çıkıp ılık bir duş aldım. Ardından saçlarımı kurutup üzerime mavi boğazlı süveter tarzında bir badi, üzerine kırmızı-siyah oduncu gömleğimi, altına da abimin kotlarından birini geçirdim. Yalın abimle aynı boydaydık. Bedenlerimiz ve ayak numaralarımız aynıydı. Bu yüzden kıyafetlerini didiklerdim hep dolabından.
Saçlarımı toplamayı sevmezdim. Saçımı taradığım gibi öndeki tutamı yana atarak yeşil, parka montumu üzerime geçirip botlarımı giydim ve evden çıktım. Bluetooth kulaklıklarımı takıp müzik açtım ve yürümeye başladım. Doktorun bana verdiği 48 saat uyuma yasağında yaptıklarımızı düşünüyordum.
●
Selin'le konuşmamı bitirdikten sonra Melih içeride kahvaltı hazırlamış, bana sesleniyordu. Pankek, muz, çilek, çikolata... İçimi okumuş gibiydi. Kahvaltı ederken Melih'e bir telefon geldi ve kaşları çatıldı.
- Arayan kim?
+ Yunus.
- Neden yüz ifaden değişti?
+ İyi haberlerle gelmez de ondan.
Telefonu açtığında duyduğu şeyin şoku mimiklerinden okunuyordu. Aniden yerinden kalktı.
- Ne oldu?
+ Halim İrem'i kaçırmış.
İrem. Kız kardeşiydi. Ne kadar öfkeli olduğu yüzünden okunuyordu. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, onu sakinleştiremeyeceğimi biliyordum.
- Ben de geliyorum.
+ Hayır, sen burada kalıyorsun.
- Eğer beni burada bırakırsan uyurum, sen bilirsin.
"İnatçı keçi" diye mırıldandıktan sonra benden kaçışı olamayacağını anladı ve:
+ Çabuk hazırlan. Ne giyeceksin?
- Senden giyinirim bugünlük.
+ Tamam, seri ol.
Dolabı sürgülü kapılarla kapalıydı. Kapıyı kaydırdığımda bir taraf takım elbiselerle doluydu. Takım elbise giyemezdim tabii ki. Diğer taraf daha sportif kıyafetler barındırıyordu. İnce, boğazlı, siyah bir kazak, siyah pantolon giyindim. Okul formamın üzerine abimin siyah montunu aldığım için buradan mont almadım. İçeri geldiğimde montu üzerime geçirirken ormanlarını üzerime estirdi.
- Ne? Kıyafet tartışması yapmayacağız herhalde?
+ Yok, ondan değil. Neyse çıkalım artık.
Kafamı salladıktan sonra arabaya bindiğimiz gibi çalıştırdı ve olabildiğince hızlı sürüyordu. Hız, adrenalin... Sevdiğim şeylerdi. Bu yüzden bir zamanlar atletizm takımına girmiştim. İyi koşardım ama kalbim bu takımda olmama izin vermedi, gücü yetmedi atlayışlarıma. Kalp sıkışmalarım başlayınca bırakmak zorunda kalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
48 Saat: Nefes
Teen FictionNefes... Yaşamak için solumadım hiçbir zaman bu atmosferi. Beni, gözlerinde sakladığın ormanlara sürükledin. Şimdi söyle, bu 48 saatte nefes alabilecek miyim pembe bulutlu kıyametinde?