Özür dilerim. Çevremdeki herkesten çok özür dilerim. Sizlere inandığım, güvendiğim, sevgimi verdiğim için... Herkes bir gün değişirmiş, anlamak zor geliyor bazen. Ama ben sizi anladım artık. Keşke beni de anlatmasam bile anlayan birileri olsaydı...
Sabah bana sarkıntılık yapan serseri karşımdaydı. Beni nasıl bulmuştu, burayı nerden biliyordu? Yeterince şok yaşamışken üstüne ekleniyordu resmen. Planlı bir şey falan mıydı bu? Anlamıyordum.
- Senin burada ne işin var?
+ Kafam attığında buraya gelirim ben.
- Burayı benden başka bilen de varmış demek.
+ Senin neyin var?
- Boş ver. Her zamanki mevzular.
+ Anlatmak istersen dinleyebilirim.
- Sabah cevabını alamadın sen galiba.
+ Ahah, yok yok aldım tamam. Bir şey demiyorum. Elin baya kuvvetliymiş.
- Biraz öyledir.
+ Ders falan aldın mı hiç?
- Yok. Abimle dövüşmekten alışkanlık oldu.
+ Vay. O da iyiymiş. Beni Melih zannettin heralde? Ne oluyorsunuz siz?
- Hiç. Koca bir "hiç". Böyle olmamıza rağmen beni her yerden buluyor da, o yüzden sinirlendim. Neyse ki burayı bulamamış Allahtan.
+ Her an bulabilir yalnız.
- Sen nereden biliyorsun?
+ Hiç.
- Bir dakika ya? Ben niye seninle konuşuyorum ki, derdine git ötede yan. Rahat bırak beni.
+ Sesin çok güzel. Bir şarkı da bana söylersin diye düşünmüştüm.
- Yok şarkı markı hadi git.
+ Peki, özür dilerim.
- Ne için?
+ Şimdi yapacağım şey için.
- Ne-Konuşmama kalmadan kendimi bir bez ile boğulurken buldum. Etraf sallandı, bulanıklaştı. Ve artık simsiyahtı.
Biraz karanlık, biraz gece.
Gözlerimi açmaya çalıştığım sırada bir bez ile bağlandıklarını hissetmiştim. Bağırmaya çalıştım ama ağzım da bağlıydı. Ellerimi hareket ettirmek istedim, ama onlar da bağlıydı. Ayağa kalkmaya çalıştım ve... Evet, onlar da bağlıydı. Her yerim esir alınmıştı resmen. İçimden çığlık atmaya başladım ben de. "Kimsiniz?" demek istiyordum ama diyemiyordum. Ayaklarımı yere sert basarak ses çıkartmak istiyordum ama yapamıyordum. Heykel gibi kalmıştım resmen. Ne zaman biri gelse de gözümü açsa diye beklerken gözümdeki bezin oynadığını hissettim.
Gözlerimi açtığımda tanıdık bir yerdeydik. Ama bir türlü çıkaramıyordum neresi olduğunu. Arkadan bu tarafa doğru gelen bir ses yükseldi.
+ Oo, kimleri görüyorum!Bu ses de tanıdıktı. Ama bir türlü çıkaramıyordum. Kafam o kadar doluydu ki, hatırlama yetimi kaybetmiştim sanırım. Önüme bir adam geldi. Başımı kaldırmamla bir şok daha geçirdim.
+ Beni özledin mi tatlı kız?
Tatlı kız.
Bana bu lakabı takan tek bir kişi vardı. Halim. Tabii ya, hafıza kartı olayından dolayı peşimdeydi. İyi de ben kafama göre takılıyordum, neden o zaman değil de şimdi?
+ Uzun bir süredir görüşemiyoruz. Şahsen ben seni çok özledim tatlım.
- Pislik. Yine ne istiyorsun benden?
O sırada serseri genç yanına geçti o adamın.
- Sen ne ayaksın ya he?!
+ Eren Çevik güzelim. Sana kimsenin bana karşı gelemeyeceğini söylerken ciddiydim.
- Siktir lan oradan! Ne sanıyorsun sen kendini!
+ Baba, susturur musun şunu?
Baba.
Nasıl ya? Bu serseri Halim'in oğlu muydu? Bugün benim için günlerden şok olma günüydü, bunu anlamıştım artık.
+ Oğlum ne güzel tartışıyordunuz işte müstakbel gelinimle. " En büyük aşklar nefretle başlar." derler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
48 Saat: Nefes
Teen FictionNefes... Yaşamak için solumadım hiçbir zaman bu atmosferi. Beni, gözlerinde sakladığın ormanlara sürükledin. Şimdi söyle, bu 48 saatte nefes alabilecek miyim pembe bulutlu kıyametinde?