Ah anne ah... Keşke diğer anneler gibi olsaydın. Keşke sana her şeyimi anlatabilseydim tıpkı diğer genç kızların yaptığı gibi. Senle hem anne-kız hem de arkadaş olsaydık. "Anne ben ölüyorum, gel beni kurtar!" diye haykırabilseydim yüzüne, bu kıyametin içinden sıyırıp alsaydın beni, belki her şey çok daha farklı olabilirdi. Kendimi toz pembe bulutlarla kaplı bir ormanın içinde bulmazdım. Kıyametleri sevmezdim. Belki daha farklı bir yaşama isteği uyanırdı içimde. Bulunduğum kıyamette değil de senin sevginden dolayı isterdim yaşamayı.●
Gözlerim kapalıyken koca bir film canlanmıştı gözümde. Gözlerimi açtığımda deniz hala vuruyordu dalgalarını kayalıklara. Melih gelmemişti. Nihayet kendime gelebilmiştim. Daha fazla burada durmaya katlanamadım gözümde canlananlardan sonra. Kalkıp arabaya bindim ve yola koyuldum.
Böyle kurgulara gerek yoktu. Melih'in sevgilisi vardı ve o artık gelmeyecekti bana. İşte bu sefer sevmemeye başlamıştım kıyametimi. Çok yanlış şeyler yaptım, çok... Kalp atışlarımın hızlanmasına ilk defa izin verdim. Vermemem gerekirdi. Böyle olmayı çoktan hak etmiştim.
Melih'ten ses yoktu. Artık olmazdı da zaten. Eski hayatıma geri dönüyordum. Ölümünü bekleyen o kıza dönüyordum. Bu, yaşadığım 48 saatten sonra oldukça zor oluyordu benim için. Ölümü nedense bekleyesim gelmiyordu. Yaşamak mı istiyordum? Bilmiyorum. Önceden de, şimdi de yaşamak için sebebim yoktu ama içimdeki his bana öyle demiyordu. Sanki şuan bir sebebim varmış da yaşamam gerekiyormuş gibi. Sadece bir 48 saat, beni nasıl bu kadar değiştirebilmişti? Anlamış değildim.
Eve geldiğimde evde bir takım eksikler fark ettim. Önce tedirgin olup eve hırsız girdiğini düşünerek etrafı süzdüm ama kimse yoktu. Masanın üstünde bir kağıt parçasını fark edip elime aldım.
Artık hayatında yokuz.
Ailem gerçekten terk etmişti beni. Bu 48 saatte gerçekten gitmişler meğerse. Seyahat bahanesiyle resmen bıraktılar beni. Varlıkları bu zamana kadar bana bir şey katmamış olsa bile şu anda gerçekten anne şefkatine ihtiyacım vardı. Omzuna yaslanıp ağlamaya ihtiyacım vardı. Hayatımda hiç yapmadığımız şeyi yapmaya ihtiyacım vardı. Ama annem de yoktu. O bile gitti. Kendi karnında 9 ay boyunca beni taşıyıp doğuran kadın, beni bırakacak kadar nefret mi ediyordu cidden benden? Artık bana "yumurtanı ye!" diyen birileri yoktu. Bu muhabbetin sona ermesini istiyordum ama bu şekilde değil. Olan olmuştu artık.
Boş boş nota baktıktan sonra notu aynı şekilde aynı yere bırakmıştım. Bir daha dokunmayacaktım o nota. Her gün ailemin beni nasıl bıraktığını hatırlamak için bakacaktım ona. Biraz daha göz yaşları süzdürecektim yanaklarımdan. Göz yaşı dediysem de, aslında sandığınız tuzlu su damlacıklarından değil. Yüreğimdeki açık her bir yaranın kanını akıtacaktım gözlerimden. Biraz daha istemeyecektim yaşamayı. Anlamsız gelecekti yine her şey. Belki ölümümü beklemeyip ölmeyi deneyecektim yine.
Ellerimi yumruk yapıp sıktığımı fark ettim. Tırnaklarım avuçlarımın içine geçmişti, kanıyordu avuçlarım. Umurumda değildi. Hiçbir şey hissetmiyordum. Ellerimden kanlar akarken odama girip balkona çıktım. Sandalyeye oturup boş boş dışarıyı seyrettim, gökyüzüne baktım. Gökyüzü sanki "Bu dünyada boşuna yaşıyorsun." der gibiydi bana. Balkonun korkuluklarına yönelip aşağı baktım. Atlasam ölmezdim, mesafe yakındı çünkü. Bir kaç yerimi kırıp onun ızdırabını çekerdim sadece. Yaşamaya hevesim kalmamışken bunu daha da zorlaştıramazdım, geri çekildim. Duvara yaslanıp yere çöktüm. Dizlerimi gövdeme çektim ve ellerimi etrafında kavuşturdum. Kafamı da duvara yaslayıp tekrar gökyüzüne baktım. Süzülmeye başladı yanaklarımdan her bir damla. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ve kimse yoktu. Kafamı dizlerime koyup gözlerimi kapattım. Bir süre öyle devam ettim ağlamaya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
48 Saat: Nefes
Teen FictionNefes... Yaşamak için solumadım hiçbir zaman bu atmosferi. Beni, gözlerinde sakladığın ormanlara sürükledin. Şimdi söyle, bu 48 saatte nefes alabilecek miyim pembe bulutlu kıyametinde?