on dört

1.4K 132 10
                                    

Masal yalının tanıdık kokusunu duyunca gülümsedi. Arkasından gelen adama bakarak, "Sanki iki gün önce çıkmamışız gibi ne tuhaf." dedi. Sonra "İnsanın evi gibi yok valla." diyerek mutfağa ilerledi.

Osman Ege giden kızın arkasından baktı bir süre. Ne zamandır kendisi de yalıyı evi gibi görüyordu. Daha önce, Masal gelmeden önce bol güvenlikli bir binanın çatı katını kullanıyordu. Ama orası ev gibi değildi. Burası ise büyük büyük babasından kalma, eşsiz boğaz manzarası, deniz kokusu, kayıkhanesi hatta hamamıyla iki kişi için çok büyük olsa da içinde hiç bitmeyen yalnızlığa yuva olmuştu.

Ne gariptir ki onun yalnızlığı kızın gelişiyle son bulmuştu aslında. Biraz da bu yüzden istememişti yurda yerleşmesini. Başka birinin pişirdiği yemeği yiyememesi, iki ay öncesine kadar kendini sürdüğü otel odalarında uyuyamaması hep bu yüzdendi.

Kendisi de mutfağa gitti kızın peşinden. Onu izlemeyi seviyordu. Bir köşede oturup, becerikli ellerle bir şeyler yıkamasını, ikisine yemek hazırlamasını, komik şeyler anlatmasını da.

"Bence düğünün efsane anı senin dayımla zeybek oynamandı. Gerçi yengemle annem de Çerkes dansında fena değildi. Peynirli makarna yapıyorum. Yanına bir şey ister misin?"

Hayır anlamında kafasını salladı. Kız işine devam ederken o da izlemeye devam etti.

Masal tabağı önüne bırakırken, "Siyah giyen adamların Ankara havası nasıldı ama?" diyerek gülüyordu. "Parmaksız amca tamam da ben İrfan amcanın o yaşta kravatı kafasına bağlayıp kudurmasına geberdim. Fark ettin mi herkes kurtlarını dökmeyi bekliyormuş sanki." derken bir taraftan da tabağın üzerine fesleğen serpiyordu.

Kızı dinlemek onunla yemek, onunla yaşamak, ne zaman hayat olmuştu ki? Onun etten kemikten bir kadın olduğunu kafasına mıh gibi kazıyan görüntülerden önce hissetmişti uyuşmayı aslında. Ateş "belki o da birine sevdalanmıştır" demişti. Damarlarına ilk zehri o sözler vermişti. Onun nazlı gülü, gidip birine sevdalanacak, başka birine yemekler yapacak, başka birine böyle kuşlar gibi şakıyarak anlatacak.

Sonra o kokular, sesler, o pembe yüz, o titreyen eller. Islak ve hazır. Başka birinin koynuna girecek.

Masal "Ne oldu?" diye sorunca yemeyi bırakıp, elindeki çatalı bıçak tutar gibi tuttuğunu anladı. "İyi misin Osman?"

Bu da başka bir şeydi işte. Kimsenin bırakamadığı bir etki. Ensesindeki karıncalanmayı eski bir dost gibi karşıladı bu sefer. Biliyordu. Neden orada olduğunu. Eski bir hatıra. Unutulmaya çalışılmış bir günah. Hiç bir şey söylemeden masadan ayrıldı.

Masal kendini yapayalnız hissetti. Ardından gidip derdini sormak boşa bir çaba olacaktı. Mutfağı topladı. Hava kararmaya başlıyordu. Oyalanmak için toz alabilirdi. Ya da kitap okurdu. Osman Ege kim bilir hangi satranç hamlelerini planlıyordu. Kim bilir yine nerelere savaş ilan ediyordu.

Mutfaktan ayrılıp yalının geniş antresine girdiğinde onu gördü. Altında sadece yolculuk sırasında giydiği eşofman vardı ve ayakları çıplaktı. Kıza yaklaşıp elini tuttu. Masal hipnozda gibi takip etti onu. Umduğu gibi yatak odalarına giden merdivene gitmediler. Yine de takip etmeyi sürdürdü. Alt kata indiler. Ağır bir kapıyı itince Masal ın daha önce sadece yalının kadınlarını ağırlarken kullandığı hamamdalardı artık. Kız şaşkındı. Hamam gizemli bir buharla dolmuş, cezbedici kokular her yanı sarmıştı.

Üzerindeki giysilerin çıkarıldığını hayal meyal fark etti. Artık çıplaktı. Arkasını dönemiyordu. Ellerinin titrediğini anlamasın diye önünde birleştirmiş başını önüne eğmişti.

Saçları sırtından alınıp omuzlarından öne itildi önce. Sonra ensesinde boynunda, kulağının tam arkasında sıcak bir nefes ve yumuşak dudakları hissetmeye başladı. O da soyunmuş muydu acaba? Yerinden kıpırdamıyor hem heyecan hem de garip bir beklentiyle sıradaki hamleyi bekliyordu.

Sıcak nefesi göz kapaklarının üzerinde hissettiğinde daha sıkı yumdu. "Gözlerini aç." Fısıltı yakarak dudaklarını yaladı ama öpmemişti.

Gözlerini açtığında onun da çıplak olduğunu anladı. Kendilerini çepe çevre saran buğuya rağmen tam karnında toplanan ve aşağı uzanan gölgeleri fark etmişti. Utanarak gözlerini yukarı kaldırdığındaysa yanar dağları, uzak tepelerdeki denize kavuşamayan orman göllerini, sabah sıcağında perdeyi aydınlatan yaz güneşini hatırlatan gözleri gördü.

Hemen yanındaki taşa uzanması için yönlendirdiğinde itiraz etmedi. O gözler kendisinden ne isterse onundu artık. Yanıbaşında dizleri üzerine çökmüş tapınır gibi seyreden adam da Masal ındı.

Karnında gezinen eller bacaklarına indikçe ya da daha yukarılara çıktıkça iki yanında yumruk yaptığı elleri kendiliğinden tutunuyordu adamın kollarına. Durdurmak ister gibi değil, destek almak ister gibi. Sonra yavaşça doğruluğunu hissetti. Sımsıcak kollar tarafından sarıldığını. Sanki tapınma merasimi yerini daha tensel bir şeylere bırakmıştı. Sırtında gezinen ellerden biri göğsüne ilerledi. Diğer el bel çukurundan öne.

Adama o kadar hazırdı ki kendi ıslaklığından utandı. Ama bacaklarının arasındaki elin bağlı olduğu kola sanki onu uçurumun kenarında tutan tek şey oymuş gibi sarılmıştı bir kere. Aniden birleşen vücutları adamın onu geri itişiyle ayrılınca bir an canından bir şey koparılmış gibi geldi. Ama sonra sanki yapmazsa ölecekmiş gibi eğilip memesini ağzına alan adamın zevk dolu inlemesini duydu.

Şimdi üzüntüyle ayrıldığı kolun yerini adamın başı almış, kız bu yeni desteğini göğüslerine bastırırken bir taraftan da adamın aç ağzına diğer yanını sunuyordu. Hiç utanma kalmamıştı artık.

Bacakların arasındaki nazik parmakların yerini alışkın olmadığı bir sertlik aldığında da itiraz etmedi. Canını acıtan garip baskıyı ilk hissettiğinde istemeden attığı çığlık, adamın dudaklarında boğuldu. İlk öpüşmelerin tatlı heyecanı yoktu. Sadece tutkuyla hareket ederken bu dalgalara eşlik eden diller ve dudakların dansı vardı.

Bulundukları yerin garip mahrem havası çıkardıkları ilkel sesleri kapının dışında kalan dünyadan gizlerken, baştan çıkarıcı yankılarla onlara geri sunuyordu. Masal artık dayanamadığı bir anda kendini tamamen geri atıp, sırtını soğuk mermerle buluşturdu. Üzerine uzanan bedenin ağırlığını büyük bir tatminle kabul etmişti.

Kocası bir süre daha sıkı kalçalarını ileri geri hareket ettirdikten sonra kızın dudaklarına kapanıp, son darbelerle ikisini de artık seve seve atladıkları uçuruma yuvarlamıştı.

Bir süre hiç konuşmadan hareket etmeye bile korkarak bu gerçek üstü deneyimin büyüsünü özümsediler. Sonra Osman Ege Masal ın güzel yüzüne baktı. Onu daha önce hiç öpmemiş gibi öptü. İşte bu öpücükler o ilk öpüşler gibiydi. Soru dolu ürkek, heyecanlı. Kızın bacaklarını kendi beline dolayıp, onunla birlikte doğruldu. Sıcak suyla dolmuş mermer oyukların yanına götürdü. Her zerresine hayranlıkla bakarak Masal ı sevişmelerinin hatıralarından arındırdı.

Kız acemi ellerle kendi bedenine dokunup ona aynısını yaptığında hissettiği şeye hazır değildi. Baştan çıkarmaya çalışmıyordu. Bu ortadaydı. Sadece tıpkı kendisi gibi hayran bakarak, yaşadıklarının gerçek olduğuna inanmak ister gibiydi. Ama bu kendisini tekrar sertleşmekten alıkoymadı. Onu incitmek istemiyordu. Kahretsin bundan ödü kopuyordu. Göğsünde gezinen güzel eli alıp kasıklarına götürdü. Kendisini tatmine götürecek ritmi yine kendi belirlese de el Masal ın eliydi. Onun karısının.

Az önce şuracıkta aldığı dünyanın en güzel kadını. Tamamen kendisine ait. Bu duyguyla o kadar dolmuştu ki kızın minik avucuna patlaması an meselesiydi. Alnını yuvarlak omuzuna bastırırken, "Sen benimsin" dedi. Sonra titreyerek kasılarak gelirken, başını kaldırıp güzel yeşil gözlere baktı. "Ben seninim" dedi tam bir teslimiyetle.

Masalın yüzündeki hayranlığı kana kana içerken dudaklarına kapandı.

Şeytan Tüyü (Tamamlandı) Korunun Çocukları Final KitabıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin