A S Y A
Benim gibi uzun zamandır düş sokağının bir sakiniyseniz perilerin varlığına inanabilirsiniz. Küçüklüğünde Sihirli Annem dizisini izleyeniniz varsa Dudu Peri'yi bilir. Bir de şu sürekli yaptıkları meşhur "Zaman geriye aksın, zaman ileriye aksın," sihrini de elbette. Kendisi peri annem değildi ama yine de belki hayatıma bir el atmış olabilirdi. Çünkü bu zamanın bu kadar hızlı akabiliyor olmasını bence ancak sihire bağlayabiliriz.
Hayatımın ışık hızıyla şarampole uçtuğu günden bu yana tam üç yıl geçmişti! Sevgilimi, nişanlımı, tek istisnamı ellerimle toprağa verdiğim o kara günden... Sonrasındaysa tamamen dibi boylamıştım, ölüm gibi bir şey olmuştu ama lanet olsun ki ölememiştim. Bu konuda üzüldüğüm tek konunun Sarp'a kavuşamamak olduğunu belirtmek isterim. Kendimi öldürmeye çalışmanın savunabileceğim bir tarafı yok. Oldukça bencil bir eylemdi.
Kör bir kuyunun içerisinde merdivensiz kalmıştım. Her yer zifiri bir karanlıktı ve mantıklı düşünebilen her yerim buz tutmuştu. Ama dünyayı terk ederken bile asaletini korumuş sevgilim "Yaşaman gerek, hiç değilse benim için, " demişti.
Öyle zarif bir adamdı ki ölüm yakasına yapışmışken bile beni düşünüyordu. Sarp, beni dünyada var olacağına asla inanmadığım bir aşkla sevmişti. Bizzat tecrübe etmemiş olsam yine inanmazdım. Akıl almaz gerçekçiliğimin böyle etkileri vardı. Bu kadar büyük bir aşkı erken kaybetmiş olmanın korkunç yan etkileriyle yirmi bir yaşımda baş edemediğim için kendimi suçlamak çok akıllıca gelmiyordu. Bu arada hayatımın hala zifiri bir karanlık içerisinde sürdüğünü belirtmek isterim. Sonsuz bir depresyonda değilim ancak Sarp'ın yokluğu hala içimde bir yara ve ruhumda bir yerlerde öylece asılı durup usul usul kanıyor. Öldürmüyor ama can çekişiyorum galiba. Bazen bu sızının beni hayata bağladığını düşünüyorum. Artık öyle bir parçam haline geldi ki; Sarp'ın yokluğunun acısını içimden alsalar kendime yabancı hissederim gibi geliyor.
İçiniz rahat olsun diye şunu da söyleyeyim, ilk yılı saymazsak iki yıldır yaşama belirtileri göstermekteyim. Hatta Sarp'ın istediği gibi bolca da seyahat ediyor, sonrada tüm deneyimlerimi onun bana bıraktığı deftere, yani yeni yol arkadaşıma yazıyorum. Bütün bu seyahatlerimde Sarp bir düş gibi hep yanımda oluyor. Sesini, gülüşünü, gerçekten birlikte gezebiliyor olsak verebileceği tepkileri tahmin edip kafamın içerisinde yaşıyorum. Arada galiba farkında olmadan kendi kendime de konuşuyorum. Bu size çok sağlıklı görünmemiş olabilir ama şizofren olmadığımı geçen ayki kontrolümde psikiyatri doktorum belirtti. Bu sadece yaşadığım travmayla başa çıkabilmek için geliştirdiğim bir savunma mekanizmasıydı. Artık sadece takipli bir hastaydım, tıbben iyileştiğimi söyleyebiliriz ama kalben iyileşmek ilaçlarla ya da terapilerle mümkün görünmüyor.
Bende onunla birlikte durdurma tuşuna bastığım hayatımı ileri sarmaya devam etmiştim. Zaten halihazırda bildiğiniz zorlu geçen ilk bir yıl sonrası Londra'da bir okuldan kabul alınca buraya taşınmaya karar vermiştim. İki yılı aşkın bir süredir de burada yaşıyorum. Ve çok eğlenceli bir hayatım olduğunu söyleyemem. Sarp'tan öncede gayet gerçekçi bir insanken, onu kaybetmenin getirisi olarak birazda melankolik birisine dönüşmüştüm. Melankoli derken arabesk dinleyip, kendime faça çektiğim aklınıza gelmesin lütfen. Hala öyle şeyler yapmayacak kadar mantıklı bir insanım. Burada kendime oldukça küçük ve mütevazi bir hayat kurmuştum. Çok fazla insan, çok fazla açıklama demekti ve ben buraya insanlara kendimi anlatmak için gelmemiştim.
Utku'yu tanıtmama gerek var mı bilmiyorum ama yine de kendisinden büyük bir sevgiyle bahsedebilirim. Öncelikle Gürsoy ailesinin gururu olduğunu bilmelisiniz. Kendisini eski patronum, hayatımın mil taşı, manevi abim ve kara günlerimin dostu olarak da tanımlayabiliriz. Hayatıma girdiği günden bu yana her zaman gözü kapalı sırtımı yaslayabildiğim bir insan olmuştu. İngiltere'ye gelirken Utku tüm eğitim masraflarımı karşılamayı teklif etmişti ancak kabul etmemiştim. Sonuçta üniversiteyi bitirmiştim, okuldan arda kalan zamanlarda iş bulabilirdim. Okuldan hatırı sayılır bir eğitim bursu da kazanınca herhangi bir finansal problem yaşama ihtimalim azalmıştı. Arkamda Utku'nun varlığı beni rahatlatsa da kendi başımın çaresine bakabiliyor olmak her zaman ilk tercihim olacaktı. Okula giderken bildiğim diller sayesinde güzel para kazanabildiğim bir iş bulmuştum. Ev aramaya giriştiğimde ise işyerinden bir arkadaşım aracılığıyla Daniel ve onun kız kardeşi Olivia ile tanışmıştım. Onlarla aynı evde kaldığım için kira bedelimde çok yüksek değildi. Ev arkadaşım olmalarının yanı sıra ikisiyle de oldukça yakın bir ilişkim vardı. Abi, kardeş tanıdığım en hayat dolu insanlardı ve bilirsiniz benim gibi birine bile neşe verebiliyorlardı.
Daniel bir hukuk bürosunda avukattı, Olivia'nın da Londra'nın işlek caddelerinden birinde bir kafesi vardı. Bende okuldan ve işten bulduğum vakitlerde zamanımın çoğunu onun yanında geçiriyordum. Üniversiteye ilk başladığım zamanlardaki garsonluk tecrübem burada oldukça işime yaramıştı. Kahveye olan aşırı sevgim yüzünden baristalık işinde oldukça ustalaşmıştım. Kafedeki kahvelerden çoğunlukla ben sorumluydum. Ve makaronlar... O küçük rengarenk şeyler kesinlikle bu dünyanın en güzel icadıydı. Yemeklerden genelde tutkuyla bahseden bir tip olmadım hiçbir zaman. Ama onlara karşı Londra'ya geldiğimden beri büyük bir sevgi besliyorum. Hem onların ölme ihtimali de yok. Aşk hayatımla ilgili bilgi isterseniz son güncelleme işte bu: makaronlara aşığım diye düşünebilirsiniz.
Bir akşam üzeri işten çıkmıştım, makaronlara ve kahveme kavuşmanın hayaliyle Olivia'nın kafesinin olduğu caddeye doğru yürüyordum. Sabah işyerinde telefonumu yere düşürdüğüm için kendisi çalışmamaya karar verince, Charles'ı aramam gerektiğini hatırlayıp önceden almış olduğum telefon kartını şu meşhur kırmızı kulübelerden birinde kullanmaya karar vermiştim. Nostaljiyi ve o sevimli kırmızı telefon kulübelerini de seviyorum. Charles kim diye soracak olursanız, Daniel'ın çalıştığı hukuk bürosunun sahibiydi kendisi. Aynı zamanda da Daniel'in hukuk fakültesinden yakın arkadaşıydı. Evimize de, kafeye de oldukça sıkça geliyordu. Olivia, son zamanlarda sıklaşan bu ziyaretlerin en önemli sebebi olduğumu iddia etse de, ben pek aldırmıyordum. Charles masmavi gözleri, sarı kısa saçları ve oldukça fit vücuduyla pek çok kadının ilgi alanına girebilirdi, oldukça yakışıklı bir adamdı gerçekten. Üstelik tanıdığım kadarıyla karakter olarak da oldukça düzgün bir insandı. Ama söyledim size, ben makaronlara aşığım. Kendisini arama sebebimde İngiltere'deki oturma iznimle ilgili yapılması gereken hukuksal konularla ilgili son gelişmeleri sormaktı, sağ olsun bana çok yardımcı olmuştu. Kafenin yakınındaki bir sokakta bir telefon kulübesi görünce oraya doğru yöneldim. Kapısını açmaya çalıştım ve açamayınca da zorlamaya başladım.
Ve telefon kulübesi konuşmaya başladı! İngiltere'de olunca tabii ki İngilizce konuştu.
"Lütfen açma, lütfen," dedi fısıltı şeklinde. Ben içeriden gelen sesi dinlemeye çalışırken arkamdan ellili yaşlarında bir adam sinirli bir biçimde benim olduğum tarafa doğru bakıyordu. Benim kapıyı zorlamaya çalışmam dikkatini çekmişti. Birini kovalıyor gibi bir hali vardı ve içimden bir ses bunun konuşan telefon kulübesi ile bir alakası olduğunu söylüyordu. İçeri giremeyişim adamın dikkatini çekmiş olacak ki bana doğru gelmeye başladı.
Ve ben ne olduğunu anlayamadan birden kapı hafifçe açıldı ve içeriye doğru çekildim!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Mavisi (Tamamlandı)
Teen FictionWattpadRomance TR romantik komedi okuma listesinde 💖 Şaşkın bir telefon kulübesiyle hüzünlü bir sarmaşığın yolları kesişirse neler olur? Yol Arkadaşım'dan tanıdığınız Umut Gürsoy'un hikayesi... Umut; Gürsoy ailesinin gözbebeğiydi. Ailenin küçük üy...