10. Bölüm

1.6K 170 1
                                    

A S Y A

Üç Ay Sonra

İki yıllık bir maceranın nihayet sonuna gelmiştim, Türkiye'ye dönen bir uçaktaydım. Londra'yı ve oradaki hayatımı çok sevmiştim, Liv ve Daniel'den ayrılmak sandığımdan zor olmuştu. Birde Charlie vardı tabi... Son aylarda çok net bir biçimde benden hoşlandığını ve hayatımda olmak istediğini belirtmişti. Bense hiçbir şey diyememiştim. Sarp'tan sonra hiç kimse ile bir ilişkiye başlamayı düşünmemiştim ki! Charlie benden bir cevap bekleyeceğini söylemişti. Ona Londra'ya dönmeyebileceğimi söylemiştim oysa. Planlarım vardı ve başarılı olursam Türkiye'ye yerleşmem gerekecekti.

Birde telefon kulübesi vardı.

Umut hayatıma aniden girdiği gibi yine ışık hızıyla çıkmıştı. Uzun bir zaman sonra ilk kez kısa süre içerisinde hayatıma bir insan almıştım. Ne beklediğimi bilmiyordum ama Umut'un kısa süreli varlığı bana iyi gelmişti. Kafedeyken aniden arkamda belirmesine alışmıştım. Ona kahve ve portakallı makaron ikram ettiğimde gözünde oluşan altın renkli parıltılara da.

Hatta sarmaşık olmaya bile alışmıştım.

Ama sonra telefon kulübesinin Türkiye'ye dönmesi gerekmişti ve yapacak bir şey yoktu. Utku'ya Umut'la olan tanışıklığımızdan bahsetmemiştim, çünkü hoşlanmayacağını biliyordum.

Başka bir ülkeye gitmek çok kolaydı, size zulmedecek anılar ya da her baktığınızda sevdiğiniz kişiyi hatırlatacak insanlar yoktu. Geri dönmek ise en zoruydu. Şimdi baktığım her yerde Sarp olacaktı.

İnsanların bana acıyan ve merhamet dolu bakışlarına tahammül edemiyordum. Çünkü her şey bana tekrar tekrar Sarp'ın ölümünü hatırlatıyordu. Londra'yı bu kadar çok sevme sebebim buydu, Sarp benimle özgürce yaşayabiliyordu. Bir yandan şundan da emindim, artık o acı içerisinde kıvranan yirmi bir yaşındaki toy genç kız değildim. Acıyı hala dindirememiştim ama alışmıştım. Sarp'ı kalbimde, beynimde, anılarımda ve düşüncelerimde yaşatıyor ve bunu seviyordum.

Döner dönmez ilk durağım Bursa olmuştu, yoğun bir hayata başlamadan önce ailemle biraz zaman geçirmek istemiştim. Zaten onlara bunu borçluydum. Önce öleceğim diye korkmuşlardı, sonraysa aniden ülkeyi terk etmiş ve aylarca ayak basmamıştım. Annemle babam emekli olmuşlardı ve babam benim yaşadıklarımdan sonra asla kumar oynamamıştı. Bunlar zifiri karanlık hayatımın küçük mumlarıydı. Gemlik ilçesinde Küçükkumla dediğimiz bir semtten deniz kıyısında küçük bir ev alıp oraya yerleşmişler, kendi yağlarında kavruluyorlardı.

Elif ve Aslı abla İstanbul'da ilk işe girdiğim kafenin sahipleriydi. Ela ise mahalleden çocukluk arkadaşımdı. Elif Aslı ablanın Utku'yu da terk edip gidişinden sonra onunla gitmeyip İstanbul'da kalmış, Ela atanınca da onunla ev arkadaşı olmuşlardı. İstanbul'a gidince onlarla kalmam konusunda oldukça ısrarcılardı ama ben kendime ait bir yer istiyordum.

Ve... Uzun zamandır beni ilk kez heyecanlandıran bir şey daha vardı. Sarp'ın benden istediği bir şey.. Benimde hayatım boyunca hayalini kurduğum bir şey... Kendi şirketimi kurmak için girişimlere başlamıştım! Henüz bir startup şirketiydi, küçük bir girişim olarak Londra'dayken adım atmıştım: IvyLang. Şirketimin adı İngilizce sarmaşık ve dil kelimelerinin birleşimiydi: Ivy ve Language. Şimdi ismin ilham kaynağının telefon kulübesi olduğunu size itiraf etmem gerek.

IvyLang klasik bir çevirmenlik şirketi değildi, çevirmenliğe yapay zekayı entegre etmeye çalışıyorduk. Tabii ve çeviri ve pazarlama ile ilgilenirken yapay zeka için mühendislere ihtiyacım vardı. Bunun için Sarp'ın en yakın arkadaşı Doruk'un beni tanıştırdığı iki bilgisayar mühendisi kadınla çalışıyorduk. Bu benim için çok önemliydi, şu yüzyılda hala kadınların bazı işleri yapamayacağı ön yargılarını kırmak istiyordum. Bu bir başarı olursa kadın yazılımcıların eseri olacaktı. Gecem gündüzüm bu iş olmuştu ve motivasyonum yüksekti.
Çeviri yapan bir yapay zeka geliştirecek, onun yetişmediği yerde çevirmenler olarak bizler müdahale ederek daha kısa sürede çeviri ihtiyacını sağlamak istiyorduk.

Bu fikri Utku'ya açtığımda bayılmıştı, yabancı şirketlerle iş yaptıkları için sürekli çeviri desteği almak zorunda kalıyorlardı. Bir şirketin CEO'su ve kurucusu olma fikrim onu da fazlasıyla heyecanlandırmış ve destek olmak istemişti. Bende kabul etmemiştim. Bu iş tek başıma başardığım bir şey olmalıydı.

Sarp'ı onurlandırmalıydım!

Bursa'daki iki haftadan sonra direkt olarak Utku'nun yanına şirkete gitmiştim. Elbette amacım sadece Utku'yu görmek ve hasret gidermekti. Gözlerim bir telefon kulübesi arayacak değildi.

"Bizde kalacaksın, itiraz istemiyorum. Annem Asya kızım diye seni sayıklayıp duruyor, odan hazırlandı bile." diyen Utku'ya karşı çıkamamıştım. Şirket çıkışı ilk geldiğim günden beri büyüklüğü ile beni şoka uğratan Gürsoy malikanesine gidecektik.

"Ne güzel bütün bir aile bir arada olacağız." diyen Ahsen annenin gözleri parıldıyordu. "Umut'la nihayet tanışabileceksin. Bütün çocuklarımla yemek yiyebileceğim."

Umut'un beni gördüğündeki suratını izlemek eğlenceli olacaktı. Belki de pek umurunda olmayacaktı, aylardır görüşmemiştik sonuçta. Bu durumu neden önemsediğimi bile bilmiyordum. Gürsoyların evinde içindeki insanları sevdiğim gibi keyif aldığım bir şey daha vardı. Oturdukları ana köşkün arkasında kocaman bir çınar ağacı vardı. Kahvemi hazırlayıp ağacın kalın alçak dalına oturup görünen Boğaz manzarasını izlemeyi çok seviyordum. Bu Sarp'ın kaybından sonra bana bir nevi terapi olmuştu. Bir tablo gibi görünen o manzara beni nedenini bilmediğim bir şekilde rahatlatıyordu.

Yine kahvemi yapıp makaronlarımla birlikte ağaca tırmanmıştım ki uzaktan telefon kulübesini bahçeye doğru yürürken gördüm. Sesimi hiç çıkarmadan yavaş yavaş ağacın altına doğru yaklaşmasını izledim. Oldukça yorgun görünüyordu, belki de buraya gelip soluklanmak istiyordu. Daha fazla dayanamadım, ağaçtan atlayıp arkasına indim ve seslendim.

"Merhaba telefon kulübesi."

Gece Mavisi (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin