Christian Lillian gittiğinden beri yaşadığı hiçbir şeyden zevk almıyordu. Bu kadar büyük tepki vermesi kendisini de şaşırtmıştı ama başka ne yapabilirdi ki? Onu sevmiyordu. Hatta yatak dışında ona katlanmak bile zordu. Zekiydi. Tartışmasız bir şekilde akıllıydı. Tüm bunlar Christian'ın gözünü korkutuyordu. Aynı zamanda bu yaşadıklarının onun planının bir parçası olduğunu düşünmekten kendisini alamıyordu. Kendisini tuzağa düşürülmüş gibi hissediyordu. Aklının daha mantıklı bir yanı da Lillian'ın böyle birisi olmadığını söylüyordu. Lillian nereden bilebilirdi ki Christian'ın kendisini ilgi çekici bulacağını? Nereden bilebilirdi ki onunla birlikte olmak isteyeceğini? Her şey bir tesadüften ibaretken olanlar için onu suçlamak hata değil miydi? Ama yine de suçluydu işte. Ona başından beri yalan söylemiş, duygularını ondan saklamıştı. Birlikte geçirdikleri tüm vakitlerde kim bilir ne hayallere dalmış, neler hissetmişti!
Christian aklını başka hiçbir şeye veremiyordu. Onun gibi bir kadının ilgisini çekecek neye sahip olduğunu düşünüyordu. Lillian'a yapılan onca evlilik teklifi içerisinde kendisinden daha varlıklı olanı da vardı, daha yakışıklı olanı da... Ama Lillian hepsini Christian'a duyduğu ilgi yüzünden reddetmişti. Christian bu düşünceyle kendisini bambaşka hissettiğini fark etti. Gururu okşanmıştı adeta. Silkindi. Kendine gelmeye çalıştı. Düşüncelerinin gittiği yol iyi değildi.
Lillian bir haftayı sancılar içinde atlattı. Bir haftanın sonunda artık emindi, hamileydi. Bunu anladığı anda eşyalarını toplayıp Londra'ya gitmek üzere Belford'dan ayrıldı. Kimse neler olduğunu anlayamadı. Lillian giderken düzgün bir açıklamada bulunmamış, sadece gitmesi gerektiğini söylemişti ve izin bile almaya gerek görmeden yola çıkmıştı. Olanları bilen tek kişi sırdaşı, güvenebileceği tek kişi olan Henriette idi. O da hanımının yaptığı şeyi onaylamıyordu. Ama onu anlıyordu. Yine de Christian'ın çocuğundan haberdar olması gerektiğini düşünüyordu.
Lillian bir aylık hamile olabileceğini düşünüyordu. Eğer hemen evlenirse bir ay erken doğum yapmış gibi görünebilirdi. Önünde karşılaşacağı pek çok zorluk vardı ama Lillian hiçbirini önemsemiyordu. Bu çocuğu istiyordu ve o daha doğmamış olsa bile onu deli gibi seviyordu. Çocuğu Christian'dan kendisine kalan elle tutulur tek hatıraydı.
Arabada giderken dalgın bir şekilde karnını okşuyordu. İçinden de onunla konuşuyordu. Henriette karşı koltukta oturmuş onu izliyordu. Hanımı çok narin ve güzel görünüyordu. Yanaklarındaki renk onu çok daha güzel gösteriyordu şimdi. Bir hafta önceki hastalıklı halinden eser kalmamıştı.
Londra'ya ulaşınca Castor'a doğru yol aldılar. Lillian burada ikamet edecekti ve kendisine gelen davetlere katılıp orada evleneceği birini seçecekti. Bu sırada Christian ile karşılaşması kaçınılmazdı ama onu görmezden gelme yeteneğine sahipti. Daha önceden hiç yapmadığı bir şey değildi.
Eve vardıklarında yanlarında getirdikleri birkaç hizmetçi evdeki tek tük hizmetçinin arasına karıştı. Kendisini Marie Teyzesi karşıladı. Lillian teyzesini de annesi kadar çok severdi. Artık orta yaşını geçmişti. Yine de hala güzeldi. Bir kere evlenmiş, kendisine kalan mirası devralmıştı. Ancak eşini kısa süre sonra kaybetmişti. Tıpkı bir erkek gibi dünya turuna çıkmış, görmek isteyeceği her şeyi görmüş ve hayatta yaşamaya değer her şeyi yaşamıştı. Bir kadının bunları birine bağlı olmadan da yapabileceğinin en güzel kanıtıydı. Lillian'ın örnek aldığı tek kadındı.
Erkeklerle gönül eğlendirmişti elbette, ama hiç hamile kalmamış, bu da onu tekrar evlenmeye mecbur bırakmamıştı. Lillian ise buna mecburdu.
Odasına yerleştikten sonra aşağıya teyzesinin yanına indi. Teyzesi şöminenin karşısında elinde bir kadehle duruyordu. Lillian'ın geldiğini ayak seslerinden anlayıp başını kaldırdı ve ona gülümseyerek baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGARLA GELEN
Ficción históricaLillian Bennet, sosyetenin en havalı ve en olaylı Leydisi idi. Bir erkek kadar serseriydi ama içinde kimsenin bilmediği, derin yaralar gizliydi. Aşkı onun hem kaderi, hem de lanetiydi... Damien Christian Maine ise aile yadigarı zekası ve yakışıklılı...