YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM

2.2K 132 3
                                    

Alice bastığı yeri inletecek kadar sinirli bir şekilde yukarı ulaştığında Lillian'ın uygunsuz bir durumda olabileceğini düşünmeden odasına daldı. Kızını kucağında Brandon'la ayakta gördüğünde önüne ilerleyerek durdu.

Lillian annesinin bu davranışına şaşırmıştı. Alice her zaman kibar ve saygılı bir insandı. Bir odaya bu şekilde dalmamasını bilecek görgüdeydi. Yine de annesini yargılamak Lillian'ın yapabileceği bir şey değildi. Bu yüzden yüzüne olabildiğince nazik bir gülümseme yerleştirmeye çalışarak annesini karşıladı.

"Bana melisa çayı getireceğini sanıyordum anne?"

Alice kızının sorusunu kaşlarını çatıp cevapsız bırakırken duyduklarının beyninde yarattığı girdabın içinde kaybolmak üzereydi. Aklındaki şüphelerden kurtulmak zorundaydı. Bu duyduklarının tamamen bir yalan olduğunu, kızı ve damadı üzerine atılan bir iftira olduğunu öğrenmek zorundaydı. Aksi halde bugüne kadar her hatasını affettiği, görmezden geldiği kızı bile olsa gazabından nasibini alacaktı.

Kolay sinirlenen bir insan değildi. Affediciydi. Kimseleri kırmaz, insanların hatalarını görmezden gelirdi. Kızına miras kalan bu özelliği yalnızca belirli zamanlarda kendisini yarı yolda bırakırdı. Karşılaştığı bu durumda o anlardan biriydi.

"Duyduklarım doğru mu Lillian?" diye sordu titreyen sesiyle.

Başka bir şey söylemesine gerek yoktu. Lillian annesinin neyden bahsettiğinin farkındaydı. Ancak öylece kabullenecek, annesinin aradığı cevapları öylece verecek değildi. Bunu istediği için değil, sevdiklerini kendi yaşadığı sıkıntılardan korumak için yapıyordu. Çok şey bilmek kimselere fayda sağlamayacaktı.

"Neden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim yok anne." dedi bu yüzden.

Kollarındaki oğlunu beşiğine yatırıp tekrar annesinin önüne geldiğinde eli ile zarif bir şekilde oturması için koltuğu gösterdi. Annesinin yerleştiğini gördükten sonra kendisi de oturdu ve kucağında birleştirdiği elleri ile oynamaya başladı.

Alice sessizlik uzadıkça rahatsız oluyor, her an kafasında bir önceki andan daha fazla kurgu oluşuyordu. Çıkışı yoktu! Lillian istese de istemese de olan her şeyi anlatacaktı.

"Neden bahsettiğimi aslında biliyorsun kızım." dedi kulaklarda yankı yapmaya başlayan derin sessizliği bozarken.

"Bunu bize, kendine nasıl yapabildin? Bizi bu olanlardan nasıl dışarıda tutabildin?"

Faydası yoktu. Annesi öğrenmişti işte. İnkâr etmek işleri daha da sarpa saracaktı. Annesinin bunu nasıl öğrendiğini düşünmek istemiyordu. Herkes sussa da bu düzende hiç susmayan bir hizmetli ordusu barınıyordu. Annesi hiç şüphesiz bu olanları kapalı kapılar ardında dedikodu yapan kadınların ağzından duymuştu.

"Böyle olması gerekiyordu." diyebildi zayıf sesiyle. Daha fazla konuşacak yüzü yoktu. Konuşup kendisini savunacak sözleri de yoktu.

"Neden? Tehdit mi edildin? Zorlandın mı? Aşkın mı galip geldi? Gururun seni bir başına bırakıp İskoçya'ya mı kaçtı? Neden böyle olması gerekiyordu Lillian? Anlat ki seni anlayabileyim! Anlat ki bu evden senelerce beraber olduğum arkadaşlarımı lanetlemeden çıkabileyim!"

Annesinin son sözleri Lillian'ın duvarlarını yıkan son darbe oldu. Tüm olanların cezasını Elizabeth Teyzesi ve Christian Amcasına kesecek değildi. Burada suçlu olmayacak kadar masum olan bir onlar vardı. Bir de küçük bebekleri...

"Tehdit edilmedim. Zorlanmadım da. Aşkım desen beni terk edeli çok oldu. Gururumu Christian'la evlendiğim zaman ben terk ettim. Tüm bunlar meydana gelecek skandalı önlemek içindi. Sizi gelebilecek ağır eleştirilerden koruyabilmek içindi. Ayrıca annesiz bir bebeği sahipsiz bırakamazdım. Bunu sen de istemezdin anne..."

RÜZGARLA GELENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin