Belford Dükü henüz kimse uyanmamışken yola koyulmuştu. Londra'ya varması öğleni bulurdu. Oğlu ile konuşması ve tüm bu karmaşayı sonlandırması gerekiyordu.
Lillian'ın hali belliydi. Oğluna aşık olduğu ve acı çektiği açıktı. Karısının endişelenmekte hakkı vardı. Eğer Christian bu sorunu çözemezse Lillian toparlanamazdı.
Bir de ortada yeni bir çocuk ve o çocuğun annesi olacak kadın vardı. Kim olduğu, ne olduğu belli olmayan birinden bir çocuk daha...
Belford atının üzerinde ilerlerken başını salladı. Bu konuda ne yapabileceklerine dair hiçbir fikri yoktu. Kadının mizacını bilmiyordu. Çocuk oğlunun çocuğu olacaktı ve ona sahip çıkmak zorundalardı. Fakat kadının çocuğu paylaşmak isteyip istemeyeceğini kestiremiyordu. Ve Lillian'ın o çocuğu isteyip istemeyeceğini de öyle... Düşünmek istemediği, ama düşünmek zorunda olduğu ne çok şey vardı.
Londra'ya öğlen olmadan ulaşmayı başardı. Oğlunun evine geldiğinde kendisini fazlasıyla huzursuz hissetti. Ne ile karşılaşacağını bilmiyordu çünkü. Neyse ki oğlunu evde, yalnız ve tükenmiş halde buldu.
Çalışma odasına girdiğinde oğlu elinde bir bardakla pencerenin önünde dikiliyordu. İçeri girdiğini bile fark etmiş değildi. Yaklaşarak Christian'ın profilini inceledi. Uykusuzluğun izleri gözlerinin altında belli oluyordu. Acısı da dudaklarının etrafındaki çizgilerde gizliydi. Belford gördükleri ile tatmin olarak başını çevirdi. Oğlunun tüm bu yaptıklarından, sebep olduklarından sonra mutluluk hakkı değildi.
"Seni bu kadar erken beklemiyordum." dedi Christian kendisinden beklenmeyen bir şekilde. Belford onun kendisinin varlığından bile haberdar olmadığını düşünmüştü oysaki.
"Ne yapmamı beklerdin?" diye sordu oğluna.
"Senin bozduklarını toparlamak için üzerinden dokuz ayın geçmesini mi beklemeliydim?"
Christian başını pencereden çevirerek babasına baktı. Sonra da elindeki bardağın boş olduğunu fark ederek masasına ilerledi. Bardağını üzerine koyarak içki şişesine uzandı. Babasına bakarak,
"Viski?" diye sordu. Belford başıyla istemediğini belirtti ve oğluna onaylamaz gözlerle baktı.
"Sen de içmesen iyi olur. Berbat görünüyorsun."
Christian kaşını alayla yukarı kaldırdı.
"Buna pek de üzülmüş gibi değilsin baba." diye mırıldandı.
Belford inkâr edecek değildi.
"Mutlu olmanı beklemiyordum zaten." diye cevap verdi oğluna yalnızca. Christian başıyla onayladı. Sonra babasının yüzüne ciddiyetle baktı. Gözlerini kısarak,
"Lillian nasıl?" diye sordu. Belford da oğlunun gözlerinin içine baktı.
"Sana onun iyi olduğunu söylemek isterdim. Ama bunun yerine tüm gerçekliğiyle mahvolmuş durumda olduğunu söyleyebilirim. Belford'a vardığında ne halde olduğunu anlatmamı ister misin? Arazi sınırlarından içeri girdikten sonra evden nasıl dışarı çıktığımızı? Sebebi onun her yeri inleten hıçkırıklarıydı. Bu kadar dertli olan kişinin kim olduğunu anlamak için dışarı çıktığımızda onunla karşılaştığımızı ve atından inmek için bile mecalinin olmadığını... Atından inmeye çalışırken nasıl bayıldığını ve altında biriken kanı... Ve kendisine geldiğinde ne halde olduğunu ve..."
"Yeter!" diye susturdu babasını Christian. Daha fazlasını duymaya katlanabileceğini düşünemiyordu. Ona neler yaptığının yüzüne vurulmasını istemiyordu.
"Yetmeliydi!" diye kükredi Belford da.
"Ama sana yetmedi. O kızda yanlış olan hiçbir şey yoktu. Ama sana hiçbir şey yetmedi. Onu incitmek için elinden geleni yaptın. Sana ona karşı nazik olmanı söylediğimde beni dinlemedin. Şimdi ise senden ayrılmanın yollarını arıyor ve ant olsun ki Christian... Ona yardımcı olacağım. Ona istediğini vermek konusunda gereken her şeyi yapacağım. Senin oyuncağın olmasına izin vermeyeceğim oğlum." dedi.
![](https://img.wattpad.com/cover/25515962-288-k153820.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGARLA GELEN
Ficção HistóricaLillian Bennet, sosyetenin en havalı ve en olaylı Leydisi idi. Bir erkek kadar serseriydi ama içinde kimsenin bilmediği, derin yaralar gizliydi. Aşkı onun hem kaderi, hem de lanetiydi... Damien Christian Maine ise aile yadigarı zekası ve yakışıklılı...