YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM

2.3K 131 7
                                    

Alice ve Connor, Belford arazisine ertesi gün varabildiler. Ellerine ulaşan mektupla beraber hazırlanmaları ve yola koyulmaları kısa sürmüştü. Yine de bir günlerini yolda geçirmeleri gerekmişti.

Üçüz bebekler... Tanrım, kızlarının bu kadar doğurgan olabileceğinden haberdar değillerdi. Özellikle Alice'in Lillian'dan önce taşıdığı bebeği koruyamaması göz önünde bulundurulursa bu gerçekten de üstün bir başarı niteliğindeydi. Üstelik riskli bir hamilelik geçirdiği de göz önünde bulundurulursa durum gerçekten de böyleydi.

Belford'a vardıklarında evin neşe ile yıkandığını görmek onların mutluluklarını da katlamıştı. Bebeklerin bir eve neler getirebileceğinin kanıtı gibiydi bu neşe.

Hizmetçiler evin bir köşesinden diğerine koşuştururken Belford arazisinin kiracıları ve arsa komşularının ziyaretleri de bu yoğunluğun baş kaynağıydı. Henüz bir gün olmasına rağmen bu yoğunluk bile baş döndürücüyken doğumun cemiyet gazetelerindeki yerini alması ile evin tüm misafir odalarının dolacağını tahmin etmek zor değildi.

Bu yoğunluk içerisinde Alice ve Connor'un Belford'a varmaları fark edilmemişti. Bir yabancı gibi malikanenin kapılarını çalarken bu duruma alınmamışlardı.

Kendilerini karşılayan yaşlı ve emektar uşak William onlara yukarıya kadar eşlik ederken geri kalan bir hizmetli grubu da arabadaki ufak bavulların misafir odasına taşınmasını sağlıyordu.

Lillian'ın odası kalabalıktı. Bebek görmeye gelen bir sürü insanın akını altında, nefes almak için bile yer kalmamıştı. Fakat gelenler March Dükü ve Düşesi olduğu için içerisi kısa sürede boşaltıldı. Geriye yalnızca aile üyeleri kalmışken Lillian annesinin sıcacık kolları arasında gözyaşlarını tüketti. Zorlu geçen aylarına, kırılan ve onarılması zor olan gururuna, ne kadar inkâr etse de hala tüm benliğini kaplayan ölümcül aşkına ve çocukluğunun özlemi içinde büyümenin vermiş olduğu zorluklara ağladı.

Alice kızının gözyaşlarını anne olmanın getirdiği duygusallığa yüklerken, bu eşsiz anda kızına sessizce iştirak etti. Anne kızın bu halini gören Elizabeth, ne kadar kendini tutmaya çalışsa da gözlerinden akan damlalara engel olamıyordu.

Bu sırada Lillian'ın ağlamasının sebeplerini en çok sezen kişi ise Christian'dı. Karısının güçlü görüntüsünün altında yatan narin ve yaralı ruhu görmek, o ruhun kanatlarını koparanın kendisi olduğunu bilmek tüm lanet oklarını kendisine yöneltse de kanatlarını onarmasına yardımcı olma isteğine mâni olamıyordu.

Aşk bencillikti işte. Lillian aşkı uğruna bencillik yapmamış mıydı sanki? Evet, onunki affedilemeyecek bir hata değildi. Sevdiğini saklamışsa ne olmuştu yani? Christian'ın düştüğü hatalar kadar büyük değildi ki... Affedilmeyecek, onulmayacak yaralar açmamıştı ki... Sadece sevmişti. Şimdi bunun değerini ne kadar biliyor olsa da kendi elleri ile öldürdükten sonra çok geçti.

Eskisine sahip olamayacak olsa da yenisini yaratabileceğini biliyordu. Bu kadar kolay olmasa gerekti. Lillian'ın içindekiler bu kadar kolay tükenmiş olmamalıydı. Bir aşk tanesi kalmış olsa bile o taneyi eker, koskocaman bir aşk denizine çevirebilirdi. Böyle olmasını umuyordu en azından.

"Bu kadar duygusallık yeter!" diyen yoğun ama sert ses tüm bu ağlama evresini sonlandırdı. Connor karısı ve kızının göz yaşlarına sessizce saygı göstermiş olsa bile daha fazla uzamasına gönlü el vermedi. Mutluluktan dahi olsa onların gözlerinden akan her damla yaş onun ömründen bir gününü yiyordu. Onlar için yapamayacağı şey yoktu. Üstelik şimdi ilgisine aç, üç küçük sevgi canavarı da katılmıştı ailelerine. Bu güçlü dostluğu perçinleyecek üç taze kan ile skandalın üstüne toprak atabileceklerdi.

RÜZGARLA GELENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin