Christian odaya girdiğinde karşısında bulduğu manzara karşısında büyülenmeden edemedi. Aylardır göremediği karısı kollarında yatan ikizlerine aşkla bakarken melekler kadar güzeldi. Huşu içerisinde onları seyrederken ses çıkarmamak için büyük çaba harcıyordu. Lillian'ın içeri giren çıkan kimseden haberi yokmuş gibiydi.
"Yaramazlığınızın bir türlü durmamasının sebebini sonunda anlayabildim." diye yorgun bir cümle kurdu Lillian miniklerini izlerken.
Christian gülümsedi. Ve nefes bile almaya korkarak izlemeye devam etti.
"Bana bir an bile aman vermediniz güzel kızlarım. Ama artık kollarımdasınız. Tanrım, öyle inanılmazsınız ki... Benim için gönderilmiş masal perilerisiniz sanki..."
Lillian her iki kolunda uzanan kızlarının ipeksi tenlerini elleri ile okşarken gerçekten de masallardaki kadar etkileyici bir manzara sunduğundan habersizdi. Fakat Christian'ın daha fazla sabredecek gücü kalmamıştı. Kadınına ve onun kendisine hediyesi olan kızlarına ulaşabilmek için kapı ağzındaki konumundan ayrılması gerekiyordu.
Görünüşe bakılırsa yataktaki örtüler o içeriye girmeden önce değiştirilmişti. Çünkü Lillian şu anda tertemiz görünen bir takımın içerisinde uzanıyordu. Bunu gerçekleştiren kişi için içinden minnettarlık duydu Christian. Lillian'ın kanı ile ıslanmış bir örtüyü görmeye katlanamazdı şu anda.
Yatağa yaklaştıkça heyecanı ağzından fırlayacak gibi büyüyordu. Lillian öyle bir dalmıştı ki yanına sokulana kadar onun farkına bile varamadı. Eğer Lillian onu fark etseydi konuşmaya başlamak şimdiki durumu kadar zor olmazdı. Ama karısı her zamanki gibi onu zorlayacak yolu seçiyordu farkında olmadan.
"Lillian..." diye başladı Christian konuşmaya kararsız bir tonda...
Sesi karısını daldığı rüyalar aleminden fazla sert bir şekilde dünyaya indirdi. Kafasını ani bir hareketle kaldırarak ona baktı. Sonra kollarını ikizlerine daha sıkı sararak,
"Burada ne işin var?" diye sordu. Sesinden hiçbir duygu okunmuyordu. Ruhsuzluk Christian'ın Lillian'da alışık olduğu bir durum değildi. Sinirli olması bile bu durumla baş etmekten daha kolaydı.
"Seni görmeye geldim." dedi boğazını temizleyerek.
"Doğuma denk geleceğimi düşünememiştim. Kızlarımız beni karşılamak için acele etmiş gibiler."
Lillian alaycı bir homurtu çıkardı.
"Kızlarım senin geleceğini bilselerdi biraz daha geç gelmeye karar verirlerdi."
Christian yamuk bir gülümseme ile kızlarına baktı.
"Ne yazık... Geç gelecek olsalar bile babalarını görmek zorunda kalacaklardı. Çünkü uzun bir süre gitmek gibi bir düşüncem yoktu."
Lillian bu cevapla afallasa da yorgun bir nefes verdi.
"Ne istiyorsun Christian? Çabuk söyle ve çık... Gerçekten halim yok. Seninle uğraşmak gibi bir niyetim de yok."
Christian da derin bir nefes vererek yatağa oturdu. Lillian'ın kollarında uzanan miniklerinden birine uzandı. Ama Lillian'ın kollarının engeline takılarak gözlerini ona yöneltti.
"Onlara dokunabilir miyim? Biliyorum, bunu hak etmiyorum. Ama onlar benim de çocuklarım Lilly. Beni onların saflığından mahrum mu bırakacaksın?"
Bu sözleri Lillian'ın bariyerlerini indirmesine sebep olsa bile sert tavrına bir çözüm değildi.
"Onları senden esirgeyecek değilim. Ama buna fazla alışmasan iyi edersin. Çünkü onları yeterince uzun göremeyeceksin. Senden kurtulduktan ve annemlerin yanına döndükten sonra sadece belli zamanlarda onları ziyaret edebilirsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGARLA GELEN
Ficción históricaLillian Bennet, sosyetenin en havalı ve en olaylı Leydisi idi. Bir erkek kadar serseriydi ama içinde kimsenin bilmediği, derin yaralar gizliydi. Aşkı onun hem kaderi, hem de lanetiydi... Damien Christian Maine ise aile yadigarı zekası ve yakışıklılı...