9.

1.3K 185 34
                                    


             Hayatımın hiçbir döneminde kendimi tutkulu diye nitelendirebileceğim bir ruh hali içinde bulunmamıştım. Çevremdeki birçok yaşıtımın aksine cinsellik benim için keşfedilmesi gereken bir maceradan ziyade sırtımda bir külfetten ibaretti. Zira aynada kendinize bakmaya bile tahammül edemezken bir yabancının sizi tüm kusurlarınız ile görme ihtimali tıpkı bir karabasan gibi korkulu rüyalarınızı süslüyordu. Elbette vücudum ile barışık olmamam hayallerimle de arama set çektiğim anlamına gelmiyordu. Gündüz düşlerimi süsleyen oldukça canlı hayallere sahiptim. Bir çoğunun baş rolünü iki boyutlu bile olmayan kurgusal karakterler süslemesine rağmen halimden memnundum. Ve bu konu ile oldukça iyi baş ettiğimi düşünmeme rağmen müstakbel katilime verdiğim utanç verici tepkim aslında ne denli başarısız olduğumun kanıtı gibiydi.

Mantıklı bir muhakeme yeteneğine sahip olan herkes onu kaçıran adamın hayatınızı tehdit eden karanlık sözlerinin ardından hayatta kalma içgüdüsü ile ya kaçar ya da saldırıya geçerdi.
Oysa hain stockholm tanrıları yüzünden kaçmak ya da saldırmak yerine tahrik olmuştum.
Hapı nasıl yuttuğumun sesini duyabiliyor musunuz?

Hemen yanı başımda yürüyen varlığına rağmen canımı acıtacak ölçütte sertleşmiş göğüs uçlarımı gizlemek için amansız bir çabayla bol kazağımın yakası ile oynadım.
Beni yakaladığı andan itibaren sessizliğimi koruyor oluşum merakını çelmiş olacak ki sık sık üzerimde gezinen bakışlarının ağırlığını hissediyordum. Nihayet baraka görüş alanımıza girdiğinde dikkatimi dağıtacak bir şey bulmanın sevinci ile adımlarımı hızlandırdım.

"Benden böyle kaçabileceğini mi düşünüyorsun?"

Hızla barakanın kapısını açıp kendimi tuvalete kapatmadan önce "En azından şimdilik," diye mırıldandım.
Hala küvetin içinde ıslak bir halde bıraktığım çamaşırlarımda ve klostrofobik ölçütteki dar alanın duvarlarında gezdirdim bakışlarımı.
İçeriden sızan seslere kulaklarımı kapatıp kazağımın yakasını kaldırdığım gibi çıplak göğüslerimi kontrol ettim.

Siktir. Hala dimdiklerdi.

Parmaklarımı kabarık saçlarımın arasından geçirip vücudumun verdiği bu utanç verici tepkiyi öteleyebilecek dikkat dağıtıcı bir unsur aramaya koyuldum ve çarpım tablosunu baştan sona saymaya başladım.

Nihayet yedilere geldiğimde göğüslerimdeki acı verici yoğunluğun bir nebzede olsa azaldığını ve dışarıdan fark edilmeyecek ölçütte normale döndüğünü gördüm.

Oysa ataerkil toplum düzenine ne zaman sinirlensem hayatları boyunca sabah ereksiyonu ile lanetlenmiş oldukları için erkeklere acırdım. Nasıl olur da şimdiye kadar kimse bana kadınlarında gerektiğinde benzer bir pozisyona düşebileceğini söylemezdi?

Hayatım boyunca ilk kez yalnızca büyük göğüslerimi derli toplu bir hale getirmekten öte bir işleve sahipmiş gibi baktım hala ıslak olan sütyenime.

Nihayet banyonun güvenli sınırları dışına çıktığımda onu küçük masanın üzerinde sabah aldığı patatesleri soyarken buldum.
Tıpkı atış poligonlarındaki kağıttan hedefleri vuruyormuş gibi rahatça insanlara ateş edebilen birinin böylesine gündelik işleri yaptığını görmek bir kez daha beni şaşkına çevirdi. Sanki çoklu kişilik bozukluğundan mustarip birinin ellerinde gibiydim.

Bir süre daha ayakta onu öylece izlememe izin verip dikkatle soyduğu ve büyük parçalar halinde doğradığı patateslerden başını kaldırmadan "Kilerden baharatları getirir misin?" diye seslendi.
Tüm erzakların dizili olduğu dolabı açıp gözüme kestirdiğim birkaç poşet baharatı küçük masaya, patatesleri doğradığı kabın hemen yanına bıraktım.
Belki onu biraz konuşturabilirim umudu ile artık benim yerim haline gelen bodur kütüğün üzerine kurulup bir süre patatesleri doğrayıp, baharatlar ile harmanlamasını seyrettim.

"Yemek yapmayı nereden öğrendin?"

Kalın kaşlarından birini kaldırıp sorgularcasına yüzümü inceledi.

"Bakma öyle, yalnızca her medeni insanın yapacağı gibi sohbet etmeye çalışıyordum. Bir ara sende denemelisin."

Bana bir saniye olsun inanmadığını gösterircesine sessizce yaptığı işe geri döndü. Dün gece konserveyi ısıttığımız büyük demir döküm tavanın içine baharatla soslandırdığı patatesleri yerleştirip kuzine sobanın küçük gözüne yerleştirdi.

"Bazen senin o gece kulübünde ya da senin tabirinle güvenli evde terör estiren adam olduğuna inanmakta zorlanıyorum. Özellikle böyle insani kulvarlarda dolaştığında. Sahi, karanlık dünyanın dışında tuttuğun bir hayatın daha var mı? Belki bir karın; belki de çocukların?"

Kısa monoloğumun sonunda dillendirdiğim soru somut bir darbe halinde sırtına çarpmış gibi aniden arkasını döndü. Kahveliklerinde anlamlandıramadığım soru işaretleri ile dikkatle yüzüme bakıyordu. Ardından kirli ellerini küçük evyenin içinde yıkayıp rahat bir eda ile karşımdaki sandalyeye kuruldu.

"Hadi seninle bir oyun oynayalım kuzucuk."

Ona hesapçı bir bakış fırlattım. "Ne oyunu?"

"Bana kendinle ilgili gerçek bir şeyler söyle."

Ne planladığını anlamak ister gibi bakışlarımla tartmaya çalıştım ifadesini. "Karşılığında ne alacağım."

"Ne istersin?"

"Eve gitmeyi."

"Gerçekten eve gitmek mi istiyorsun Eftalya?"

Soruyu soran sesinde duyduğum yalın gerçeklikle farkında olmadan kendimi geriye çektim. Kalkanlarımı ne zamandır aşağıda tutuyordum?

"Oyun başladı mı?," diye sordum sahte bir neşe ile. " O halde her soru karşılığında bende senden bir gerçek çalacağım. Bana bir gerçek borçlusun: Sana neden Kesik diyorlar?"

Yüzünde nadiren yakaladığım gerçek bir duygu ibaresi ile sert hatları neşeden uzak bir tebessümle yumuşadı.

"Ekmek karşılığında parmaklarımı kesmelerine izin verdim çünkü." Küçük masanın üzerinde duran büyük, kemikli ellerini çevirip sağ elinin orta ve işaret parmağını bir mühür gibi çevreleyen izleri gösterdi. "Hevesli bir sağlık görevlisi saatler sonra parmaklarımı yeniden dikti. Hava öyle soğuktu ki parmaklarım çürüyememiş bile."

Farkında olmadan avuç içlerime gömdüğüm ellerimi sakinleşmek için saçlarımın arasına daldırdım ve kafa derimi acıtacak kadar çekiştirdim.
Açık ağzım ve yüzümdeki korku dolu şok ifadesi onu fazlaca eğlendirmiş olacak ki, gülerek yara izlerini göstermek için çevirdiği eli ile masada ritim tutmaya başladı.

"Merak etme, çoğu zaman parmaklarımı ve elimi hissetmiyor oluşum oldukça işime yarıyor."

Üzerinde fazlaca düşünmeden tutuk hareketlerle ileriye uzanıp hala masada ritim tutan eline dokundum. Ardından iki elimle birlikte kendime doğru çevirip artık soluklaşmış hala hissedilir ölçütte pütürlü yüzeylerinde hafifçe parmaklarımı gezdirdim. Birinin böyle bir dehşeti gülerek anlatabilmesine akıl sır erdiremiyordum.

"Nasıl?," diye fısıldadım kendime kendime. Parmaklarımın altındaki ten sıcaktı. Belki de en başından beri ilk kez onunda benim kadar insan olduğunu fark ediş anımdı o an. Ona yapıştırdığım onlarca etiketin altında bir çift kahverengi göz ve atmakta olan bir kalp yatıyordu.
Başımı kaldırıp neredeyse siyaha dönmüş ve üzerime doğru eğilmiş gergin yüzüne baktım. Dudakları sıkılı dişlerinin ardında incecik bir çizgi halinde uzanıyordu.

"Kimsin sen?"

Elini tutuşumdan kurtarıp kaykılarak geriye doğru yaslandı. "Şimdi sıra bende: Neden ailen ile görüşmüyorsun? Seni araştırırken fark ettim. Ne bir arama kaydı ne de yakın zamanda sınırın ardına geçtiğine dair bir işaret yoktu."

Konu ne zaman ailemden açılsa omurgamda hissettiğim o keskin, sancılı baskı ile yüzümü buruşturdum. Sırf bu hissin fizyolojik bir nedeni olabileceğini düşünüp doktora dahi gittiğimi söyleme zavallılığına düşmek istemedim. Aidiyetsizliğin ve kabullenilememenin verdiği sancıyı kimseye kolay kolay açıklayamıyordunuz.

"Oldukça klişe bir hikaye aslında. Onlar için doğru ve yeterli çocuk değildim. Hiçbir zaman olmadım. Sahip olmayı istedikleri her şeyi onlara kız kardeşim verdi. Bende aradan çekildim, hepsi bu."

"Hepsi bu mu? Bana daha çok kendi korkularınla yarattığın düşünceyi anlatmışsın gibi geldi. Oysa ben senden gerçeği istiyorum. "

Parmaklarını masanın üzerinde bir kez daha tıkırdatarak kesik parmak hikayesini hatırlatır gibi o sinir bozucu sesi çıkardı. "Dişe diş."

Sanki bir müsabakadaymışız gibi dirseklerimi masaya dayayıp ondan korkmadığımı göstermek istercesine göz temasını bir an olsun kesmeden "Çünkü olmamı istedikleri kişi değilim. Ve daha fazla öyleymiş gibi rol yapmak istemiyorum," dedim. "Çünkü yanlarında kalmaya devam etseydim beni ben olduğum için sevemiyor oluşları bir gün beni öldürecekti."

"Şimdi sıra yeniden bende. İlk kez birini öldürdüğünde kaç yaşındaydın?"

Sanki bunun benim üzerimde yaratacağı tahribatı biliyormuş ancak yine de yapması gerekiyormuş gibi bir ifade ile "13,"dedi.

Siktir. 13 yaşında elini kana bulamaya başlamış soğuk kanlı bir katil ile aynı masada oturmuş doğruluk mu cesaret mi oynuyordum. Bundan sonra yapmam gereken tek şey, eğer hayatta kalabilirsem yaşadığım her şeyin yayın haklarını Netflix'e satmak olacaktı.

"Bir çizginin olduğunu düşünüyorum," diye mırıldandım boşluğa dalan gözlerimi yeniden gözlerine çevirirken. "İnsanları bizim normal kabul ettiklerimizin dışına iten; ekstrem diyebileceğimiz şeyleri yapmaya zorlayan bir çizginin olduğunu ve o çizgi aşılana dek tekrar ve tekrar o çizginin üzerinde durup beklediklerini ama en nihayetinde bir gün o çizginin ardına geçtiklerine inanıyorum. Seni çizginin dışına iten neydi? 13 yaşında bir çocuk neden birini öldürmeye ihtiyaç duyar? Yoksa böyle mi doğdun; bu soğukkanlılık ve katılık ile?"

Hiçbir duygunun mimiklerine yansımadığı yüzünde gözleri harıl harıl yanan iki ateş kuyusu gibiydi. Hafifçe öne doğru eğilip "Oyunu kurallarına göre oynamıyorsun Eftalya," diye söylendi. Bakışları gözlerimden dudaklarıma doğru kaydı. "Ve senin bu tavrın beni de kuralları yıkmaya itiyor."

Aptal. Bir iblisle karşı karşıya oturan kimse iblise neden kötülük yapmayı seçtiğini sormaz dahası iblis bel altı olduğu açıkça belli olan bir imada bulunduğunda şehir merkezinden kilometrelerce uzaktaki izole bir bakarada olduğunu hatırlayıp bir saniyeliğine de olsa bu ihtimali hayal etmezdi.

"Düşündüğünün aksine dramatik bir geçmişe sahip değilim. Yapmam gereken ne ise onu yaptım. Okuduğun ya da izlediğin onca hayal ürünü şeyden sonra tutunmak için bir dal arıyor olabilirsin ama sana sunabileceğim tek şey çıplak gerçeklik olur. Çirkindir o yüzden bunu güzelleme çabanı anlayabiliyorum ama sana istediğini veremem. Hayat bana ne sunduysa ve ben ondan ne koparabildiysem onu yaptım. Değiştiremem, düzeltemem de. Yalnızca olduğum kişiyi kabul edebilirim, sana da bunu tavsiye ederim."

"Ne demek istiyorsun?"

Yüzündeki ifadesizliği kıran bir kararlılık ile "Eftalya," dedi, "Daha ne kadar kaçmayı planlıyorsun?"

Açık kalan ağzım ve anlamlandıramadığı için çatılı kalan kaşlarım ile öylece karşısında kalakaldım. Benim suskunluğuma karşılık verircesine devam etti.

"Kaçıyorsun Eftalya. Ve bu ilk kaçışın değil. Bir tahminde bulunsam çok uzun zamandır kaçtığını söylerdim."

Ne ironik değil mi? Tanıştığımızda bana söylediği ilk kelime de buydu: Kaç.

"Ne demek oluyor bu? 24 yıllık hayatım boyunca kaçmaya çalıştığım tek şey sen oldun, bunda da haklı gerekçelerim olduğunu düşünüyorum."

Konuşurken bir yandan da aramızdaki katil-maktul ilişkisini belirtircesine parmaklarımı havada sallıyordum.

"Birçok çocuğun yatağının altındaki canavarları endişe ettiği yaşlardan beri sokaklarda yaşıyorum. Öyle çok şeye tanık oluyorsun ki bir süre sonra bir insanı anlamak için nelere bakman gerektiğini de kavramaya başlıyorsun. Seni gördüğüm o geceden beri gözlerin, sesin, mimiklerin, adımların hatta o masanın kenarını sıkı sıkıya kavrayan ellerin bile bana bir şeyler anlatıyor ve tüm işaretler karşımda kendinden kaçan, kaybolmuş, umutsuzca bir arayış halinde olduğunu fısıldıyor."

Sesi oktavını kaybetti ama etkisi bakiydi.

"Kendinden kaçtığını biliyorum ama bilmediğim neyi aradığın. En büyük arzunu ve en karanlık sırrını öğrenmek istiyorum Eftalya."

Göze göz.

Öfke kaynayıp, fokurdayan ve taşmak için yükselen bir yanardağ gibi tenimin altını ısıtmaya başladı. Oysa farkında olsaydım onun solmuş yara izlerine karşılık gösterecek olduğum şeyin hala kanamakta olduğunu fark eder ve sessizliğe bürünürdüm. Onun yerine başımı kaldırıp, gözlerimi gözlerine sabitledim.
Sanki kendi acımla onun canını yakmak istiyordum.

"Demek canımı almadan önce hayatımı irdelemek, kim olduğumu tam anlamı ile anlamak istiyorsun. O halde sana açık çek: Ben bir hayal kırıklığıyım. Bugüne dek kazandığım tek bir başarım yok. İyi olduğum, ait olduğum bir yer yok. Hayatımın bir amacı yok. Hiçbir yere uyamıyorum. Kimseye yetemiyorum. Ve işin ironik yani ne biliyor musun? Kız kardeşim Ofelya, benim olamadığım her şey ve onlara o kadar yetiyormuş ki başka bir çocuk düşünmemişler hiç. Sonra da çerçeveye ben girmişim: Bir kaza kurşunu."

Öfkem yıllardır içimde tuttuğum irin dolu gerçekleri kusmamla birlikte toz olup, havaya karıştı. Nerede, kiminle olduğumun bir öneminin kalmadığı yoğun bir boşluk hissinin içine yuvarlandım.

"Yüzüme karşı hiç söylemediler ama hep hissettim. İnan insanlar kelimeleri kullanmadan da yeterince şey anlatabiliyorlar. Annem en azından Ofelya'nın güzelliğine yaklaşabilmem için beni onun gibi giydirirdi, elbette her biri terzi elinden çıkmaydı. Ofelya'nın giydiği hiçbir şeyin içine giremeyecek kadar kiloluydum çünkü. Saçlarımı bile onun gibi olsun diye her gün ısrarla düzleştirirdi. Sanki Ofelya'ya ne kadar çok benzersem o kadar ona dönüşecekmişim gibi davranırdı. Oysa onun dışında herkes durumun farkındaydı. Tabi bunlar seni yanıltmasın, birkaç küçük drama dışında şımarıkça bulacağın kadar iyi şartlarda yaşadım. Sadece oradan nasıl görünüyor bilmiyorum ama istenmemenin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum."

Uzun bir maraton koşmuş gibi içimden taşan duyguların keşmekeşinde nefes nefese kalmış bir halde tüm bu öfke nöbeti sırasında farkında olmadan ayağa kalktığımı ve ellerimi kollarımı sallayarak küçük barakanın içinde fırtına estirdiğimi fark ettim.
Yenilgi dolu derin bir solukla bir anda nereye gittiğini bile bilmediğim öfkemin ardından seslenir gibi "Bilmiyorum," dedim. " Aynaya baktığında değiştirmek istediğin bir yüz ve kişilikle yaşarken nereye kaçacağımı, dahası kaçtığım yerde ne aradığımı bilmiyorum. Bu dünyanın benden olmamı istediği kişi olamıyorum. Senin bile olmamı istediğin kişi değilim. Ve tüm bu terapi zırvalığına neden katlandığımı da bilmiyorum. Benden ne istiyorsun sen?"

Ayağa kalktı, küçük barakanın içinde cüssesi daha da büyümüş gibiydi.

"Güzellik beyhudedir Eftalya. Onu nasıl gördüğüne, nasıl algıladığına göre değişir."

İki büyük adımda yanıma gelip yara izi olan elini yüzüme uzattı. Teni beklediğimden çok, çok daha sıcaktı.

"Sendeyse başka bir şey var: Aradığımın farkına bile varmadığım bir şey."

Yüzü yüzüme öylesine yakındı ki her kelimesi kirpiklerime takılıp yanaklarıma düşüyordu. Bu yakınlıktayken ya beni öldürecek ya da öpecekti.

Bunlardan birini yapmak yerine çıplak gerçekliğin çirkinliğini bir kez daha hatırlatırcasına "Hazırlan," dedi. "Seni evine geri götürüyorum."






Ve geri döndüm?
Yeniden? Zirilyonuncu kez? Bundan fazlaca sıkıldığınızı biliyorum. Ben olsam bende sıkılırdım ama inanın sevgili katilimizin bahsini ettiği gibi gerçekler çirkindir ve bu çirkinlik bazen hayatımızın yönünü hiç istemediğimiz noktalara çevirebilir. İşten vakit bulabildiğim - muhtemelen yalnızca hafta sonları- her fırsatta yazmaya çalışıyorum, bu bölümde aylardır beklettiklerimden biriydi. Ancak bir şeyler tam olmayınca ne size ne de karakterlerime gereken ilgiyi veremiyor olmak beni fazlaca üzdüğünden bu ilgiyi daha çok gösterebileceğim bir zamana öteliyorum. Ve işin en sinir bozucu yanı ise bu zamanın bir türlü gelmiyor oluşu. Ama inanın deniyorum. Bu süreçte geriye dönük kaç kez yorumlarınızı okuduğumu anlatamam.
Özellikle sizin bakış açınız ile karakterleri tasvir edişinizi, bir sonraki adımı betimleyişinizi okumaya bayılıyorum. Gelmiş ve gelecek her bir kelimeniz için de minnettarım. İyi okumalar dilerim. :')


Kırık Pençe İzleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin