8.

1.5K 190 50
                                    


         Tenimi tarazlandıran ve ciğerlerimi korku dolu nefeslerle dolduran rüyamın izleri eşliğinde uyandım. Gözlerimi yeniden kapatsam çiğ ile ıslanmış soğuk çimleri sırtımda, sarsılmaz bir heybetle bıçağı üzerime doğrultan katilimin gölgesini ise üzerimde hissedebilecektim.
Bu rüya bir işaret olabilir miydi?

Pekala bana söylediği her şey kalıba uydurduğu bir yalandan da ibaret olabilirdi. Belki de polisleri atlatmasının başka bir nedeni vardı, ya da anlattığı her şey doğruydu ve işin sonunda beni hayatta bırakmanın onun için ne denli tehlikeli olacağını fark edecek ve işimi oracıkta
bitirecekti.

Beni öldürecek misin?

Bugün değil.

Tüm bu konuşmaların dün akşam olduğunu varsayarsak yeni gün benim için hala tehlike demekti.

Bir külçe kadar ağır tüylü battaniyenin altından çıkıp barakanın içine göz gezdirdim. Dışarısı aydınlık olmasına rağmen kapalı hava yüzünden saati tahmin etmek olanaksızdı. Tıka basa doymuş bir mide ve saatlerdir uyuduğum için dinlenmiş kaslarım ile günlerdir olmadığım kadar iyi hissediyordum. Dün akşam uyumadan önce kırpılmış bir bez parçası ile sardığım bileğim bile silik bir rahatsızlık hissi dışında canımı yakmıyordu.
Rüyamın izlerine rağmen son üç güne nazaran oldukça sakin hatta neredeyse huzurlu diyebileceğim bir sabahtı.

Miskin hareketlerle doğrulup bakışlarımı boş barakanın içinde gezdirdim.
Gitmem gereken bir işim yoktu. Yetiştirmem gereken sorumluluklarım da. Kimse geciktirdiğim kira yüzünden kapımı çalmayacak, ailemin arayıp aramadığını öğrenmek için korkak gözlerle telefonuma uzanmayacaktım.

Kendimi bildim bileli her gün enseme çöreklenip, bir kambur gibi sırtımda taşıdığım yetersizlik hissi bile bugün ortalarda yok gibiydi.

 Burada ne olmak zorunda kaldığım ne de içten içe olmaktan nefret ettiğim Eftalya'ya ihtiyaç yoktu. Yalnızca kendim olabilmek için evimde saklanmak zorunda değildim zira beni öldürmeye çalıştığı ve öldürmekten vazgeçtiği andan beri yanımda olan müstakbel katilime rağmen hiç olmadığım kadar rahat ve kendimmiş gibi hissediyordum.

İçimdeki bu sarhoş edici sükunet ile ayaklanıp çoktan uyanan midem ile kilere doğru yöneldim. Üst raflar envai çeşit konserve ile uzun ömürlü bakliyat paketleri ile doluydu. Henüz açılmamış kutularca kahve ve çay üst üste istiflenmiş, adını bile duymadığım birçok markanın kurutulmuş sebze ve meyveleri baharat torbaları ile birlikte özenle alt rafa dizilmişti. Eğildiğim sırada paketlenmiş yulafların ardına gizlenmiş koca bir kavanoz fıstık ezmesi ile karşılaştım.

 Hazine bulmuş toy bir korsan sevinciyle kavanozu aşırdığım gibi dün gece ben uyurken yıkadığını tahmin ettiğim bulaşıkların arasındaki temiz kaşığı uzandım.

 Bir yandan son kullanma tarihini kontrol ederken bir yandan da omzumun üzerinden kapalı kapıya kaçamak bakışlar atıyordum.

Çocukken ne zaman geceleri mutfaktan bir şeyler aşıracak olsam annem bir şekilde kokusunu alır, kafam buzdolabının içinde ve ağzım yememem gereken şeylerle doluyken aniden açtığı ışıkla beni gafil avlardı. Yaşıtlarıma nazaran oldukça iri bir çocuk olduğum için ergenliğim boyunca daimi bir diyet programı ile yaşardım. Genellikle benim yememden korktukları için alınan her şey çabucak tüketilir ya da benim bulmamam için saklanırdı. Herkes için günlük hayatın olağan bir parçası olan beslenme rutini benim için daima bir kabustan ibaretti. Ev arkadaşı alırken bile en büyük endişelerimden biri mutfağa girip yemek için aldıklarımı görünce beni yargılayan bakışları ile karşılaşma korkum olmuştu.

Alışkanlıklarım peşimi bırakmamış olacak ki aldığım her kaşığın ardından kapıyı gözlemeye devam ettim. Müthiş bir sükunet ve haz eşliğinde kavanoza bir kaşık daha daldırdığım sırada arkamdaki kapı açılıverdi.

Telaşla fıstık ezmesi ile dolu kaşığı ağzıma tıkıp elimdeki kavanozu tezgahın kenarına, temiz tavanın arkasına doğru iteledim.

 "Ah, geldin mi?," diye geveledim ağzımdaki lokmayı yutmaya çalışırken. "Bende tam avlanmaya gittiğin sırada bir çukura düşüp, kokunu alan vahşi hayvanlar tarafından afiyetle yendiğinden şüphelenmeye başlamıştım."  Gergin bir gülümseme ile arkamı döndüğüm sırada kapının girişindeki görünüşü ile donakaldım.

 Oldukça sıcak bir renge sahip oduncu gömleğinin üzerine koyu hardal sarısı bir yelek geçirmiş, her biri ağaç gövdelerine benzeyen bacaklarının üzerine muazzam bir açı ile oturmuş haki rengi bir kargo pantolon giymişti. Başına taktığı bere, tıraş olmadığı için hafifçe gölgelenen yanakları ve soğuktan renklenmiş yüzü ile bambaşka bir adam gibi görünüyordu. Girdiği her ortamda ben buradayım dedirten aurası yeterli değilmiş gibi şimdi de bu maskülen tamlaması ile gücün vücut bulmuş haline dönüşüvermişti. Hatta neredeyse normal diyebileceğim bir adam gibiydi.

Kırık Pençe İzleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin