6.

1.4K 213 26
                                    

        Bir yabani hayvanla birlikte yol alıyordum. Tıpkı silahları gibi bir anda ortaya çıkan ve buram buram para kokan yeni takım elbisesi ile dünya içinde yarattığı tehlikeden bir habermiş gibi sakince araba sürmeye devam ediyordu. Oysa onu gözünü bile kırpmadan adam öldürürken ve üzerine yağan kurşunlara aldırış etmeden bir çatışmanın içine dalarken izlemiştim. Hedefini belirliyor ve acımadan yok ediyordu. Şayet yoluna çıkmak gibi bir hata yaparsanız ikinci bir hata yapmaya vaktiniz de kalmıyordu. Bunları bilipte nefes almaya devam eden nadir insanlardan biriydim.
        Beni öldürmek üzere olan paralı askeri öldürdüğünü fark ettiğimde önce onun sonra kendi üzerime kustuğum için tuvaleti ziyaret ettiğimiz kısıtlı vaktin ardından hızla yola koyulmuştuk. Muhtemelen bir nevi şok geçiriyordum çünkü yaralı elimle yapamadığım için sıkışmış mesanemi rahatlatmak adına pantolonumun düğmesini açıp, işim bittikten sonra yeniden iliklemesi gerekmiş olmasına rağmen yüzüm bile kızarmamıştı. Onun aksine cebimde gizemli bir gardırop taşımadığımdan hala kirli ve kusmuk lekeli kıyafetlerimi giyiyordum. Kabarık bir düğüm haline gelmiş vahşi saçlarımı eski bir bez parçası ile ensemin üzerinde toplamaya çalışmıştım.
        Resmi olarak bir günü aşkındır kayıp olmama rağmen haftalardır bu cehennemi yaşıyor gibi hissediyordum. Neredeyse bir saattir ilerlediğimiz yolda tek bir araç görmemiştim.Rakım gittikçe yükselirken hava da hislerim gibi sertleşmeye başlamıştı.
Yanımda böyle kendinden emin ve kesinlikle benden daha derli toplu bir halde oturuşu ile birleşince bu yarattığı sakin tabloyu bozmaya karar verdim.
Açken hep huysuz olmuşumdur zaten.
        "Ee bundan sonraki durağımız neresi? Yaklaşık 2,5 saattir kimseyi öldürmediğine göre acıkmış olmalısın."
Sözlerime aldırış etmeden ıssız dağ yolunda ilerlemeye devam etti.
        "Aslında biliyor musun gerçekten merak ediyorum: Ne zaman bir katil olmaya karar verdin? Herkesin aynı imkanlarla doğmadığını elbette biliyorum ama sen istemediği bir şeyi yapacak biri gibi durmuyorsun. Haliyle geriye pek fazla seçeneğimiz kalmıyor; narsist davranışlarını ve düşük empati yeteneğini de göz önüne aldığımızda bir sosyopat olduğun aşikar."
Yüzüme fırlattığı sinirli bakışlara aldırış etmeden devam ettim. "İnsanları mental rahatsızlıkları üzerinden yargılayacak değilim elbette, sadece karnavalda oyuncak ördek vurur gibi birilerini öldürmen senin aksine benim etik anlayışımla biraz ters düşüyor."
Yabani otlar ve bodur çam ağaçları ile çevrili korunaksız dağ yolunu izlerken nereye gittiğimizi tahmin etmeye çalıştım. Ancak bilinmezliğin orta yerinde evimden ve güvenli alanımdan kilometrelerce uzak olduğumu fark etmek duygularım üzerindeki kontrolümü kaybetmeme sebep oldu.
        "Bir yerde sosyopatların çocuklarla eş bir ahlak düzeyine sahip olduğunu okumuştum. Çocukların etik ve ahlak yargıları büyüdükçe geliştiğinden doğru ve yanlış kavramlarının pek olmadığını tahmin edersin. Sahi çocukluğun nasıldı? İstirmarci ebeveynlere mi sahiptin; seni çok mu sevdiler, yoksa yeterince sevmediler mi? Belki de ailenden gördüklerin yüzünden bu halde-,"saldırgan sözlerim ani fren yüzünden ön konsola doğru savrulmamla kesiliverdi.
Bir sonraki ansa hiddetle gerilmiş yüzü ve kumaşın ardından bile hissedebildiğim ölçütte sıcak bedeni ile beni kapıyla arasına sıkıştırmıştı.
       "Sana daha önce anlattığım masalı hatırlıyor musun?" Ani yakınlığından ve delice bakan gözlerinden kaçınmama aldırmadan üzerime gelmeye devam etti. "Hani kurt kuzuyu yemek için iyi bir sebebe ihtiyaç duyuyormuş. Tek bir kelime daha et ve beni o sebebe götür. Hadi, devam et."
Korkunun kokusu alınabilse üzerimden sızan kokuyu ne su ne de sabunla yıkayıp atabilirdim.
Korku insanları kalıp davranışların dışına iten bir itici kuvvet gibidir. Olmaz sandığınız her şeyi gerçek, yapmam sandığınız her şeyi mantıklı kılar. Bu yüzden kendimi savunmaktan uzak, nerede olduğumu bile bilmediğim bir noktada hiç tanımadığım bir yabancının insafına bırakılmış olmama rağmen dolabındaki var olmayan canavarlardan korkan Eftalya'nın aksine dişlerimi sıkıp yüzümü daha iyi görebileceği bir açıyla yukarı kaldırdım.
        "Senden korkmuyorum," dedim nabzımın boynumdan görülebilir bir şiddetle atıyor olmasına aldırmadan.
"Sırf sen büyük, kötü kurt rolünü çok seviyorsun diye itaatkar, ürkek kuzu pozlarına girmeyeceğim. Elinden geleni ardını koyma."
Delici bakışları usul usul çehremde gezinip, gözlerimde durakladı. Ardından çevik bir hareketle hızla eski pozisyonuna dönüp, motoru çalıştırdı. Direksiyonu kırıp yola devam ettiği sırada bir yandan da başını sallayarak gülüyordu.
"Sen gerçekten hastasın."
Sözlerim yalnızca ürkütücü kahkahasının şiddetini arttırmaya yaradı. Arabanın tekerlerini döven ve iyi süspansiyonuna rağmen sarsıntı yüzünden midemi çalkalayan toprak yola girene dek sessizlik içinde yolculuk etmeye devam ettik.
        Bozuk yolda daha fazla ilerleyemez hale geldiğimizde motoru kapatıp, büyük bir postacı çantası ile aşağıya indi. Peşi sıra indiğimde çıplak kollarıma ve gerdanıma çarpan soğuk hava ile ürperdim. Gece yağan çiğ yüzünden toprak nemlenip ağırlaşmıştı. Etrafımızda dikenli, yabani çalıların ve kozalaklı ağaçların çevirdiği engebeli bir arazi uzanıyordu. Bakışlarımı bagajdan aldığı bir başka büyük çanta ile çoktan uzaklaşmaya başlayan adamın sırtında gezdirdim. Sanki buradan bir yere gidemeyeceğimi biliyordu. Ya da artık kaçıp kaçmamam umrunda değildi.
        Farklı şartların altında tanışmış olsaydık arabadaki kaba davranışımın için arkasından gidip özür dilemenin bir yolunu arardım ancak ne o zararsız sınıf arkadaşlarımdan biriydi ne de ben toplum içinde yaşarken ailemin öğrettiği saygı kurallarına uyan tasasız kızdım. Bu yüzden peşi sıra gitmek yerine önce araba kapılarının açık olup olmadığını ya da anahtarı küçük bir ihtimalde olsa arabada bırakmış olup olmadığını kontrol ettim. Araç sıkıca kilitlenmişti.
Birkaç adım ilerimde duran büyük bir taşı olabildiğince topraklarından temizleyip sağlam elime yerleştirdim. Kendimi tek kolunu savaşta kaybetmiş, özgürlüğü için kanının son damlasına dek direnen fantastik bir kitap karakteri gibi düşlemeye çalıştım. Daha hızlı koşabilmek için daha uzun ve ince bacaklara, kesinlikle daha küçük göğüslere ve muhtemelen göğüs göğüse çarpışırken düşmanımın tutup çekememesi için daha kısa bir saç kesimine ihtiyacım vardı. Yine de bu düşünce bir süreliğine kendimi daha iyi hissetmeme neden oldu.
        Olabildiğince dışarıda oyalanmaya çalışsam da nihayetinde bir günü aşkındır boş kalan midemin bulantısı ve o sandalyenin tepesinde uyuduğum rahatsız uykudan kalma kas ağrılarım baskın geldi ve katilimin gittiği yola koyuldum.
Ayrıca medeniyetten uzakta, dağın orta yerindeydim. Bu tabloda daima bir ayı da olurdu. Ayı olmasa bile kurt, ya da yaban domuzu. Hiçbiri ile karşılaşmaya istekli değildim.
        Dikenli çalıların, ısırgan otlarının ve adını dahi bilmediğim küçük bacaklı böceklerin yanından geçtiğim uzun bir yürüşün ardından beni gerçekten bırakmış olabileceği gerçeği ile yüzleştiğim sırada sık çam ağaçları arasına konuşlandırılmış, büyükçe bir ardıç ağacının kolları arasına gizlenmiş gibi duran barakayı fark ettim. Zeminden birkaç karış yukarıya taş ve ahşap karışımı ile inşa edilmişti. Evin küçük iskeletinden daha büyükçe bir çatı, dar verandayı da içine alıp korunaklı bir alan sağlıyordu. Tur sitelerinde karşılaşacağınız cinsten bir yapı değildi. Sanki terk edilmiş ve terk edilmeden önce de hor kullanılmış gibiydi.
Kirle kaplı, hantal basamakları çıkıp dar verandanın girişinde açık halde bekleyen kapıya yöneldim.
        Girişin sağ çaprazında ahşap duvara bağlı küçük bir tezgah göze çarpıyordu. Tezgahın hemen ilerisinde duvar kenarında büyükçe bir kuzine soba yer alıyordu. Sobanın karşısına tek kişilik bir masa ile sandalye yerleştirilmişti. Girişin sol çaprazına ise eski bir divandan bozma kaba görünümlü bir yer yatağı atılmıştı. Yatağın üzerine bıraktığı çantalara kaşlarımı çatarak bakıp kapalı kapıların ardına bakmak için barakanın derinliklerine ilerledim. Kuzine sobanın biraz ilerisinde içi envai çeşit malzeme ile dolu büyükçe bir dolap ve küçük bir tuvalet ile küvetin bulunduğu banyoya açılan bir kapı yer alıyordu. Başımı çevirdiğimde ise kapısız bir giriş ile sonradan ayrıldığını tahmin ettiğim daracık bir yatak odası ile karşılaştım. Yatak battal büyüklükte olmamasına rağmen neredeyse alanın tamamını kaplıyordu.
        Kirli camların ardında yakaladığım hareketlenme ile dikkatim yeniden baş düşmanıma kaydı. Hışımla dönüp giriş kapısını dolduran cüssesine aldırmadan "Burada seninle birlikte kalmayacağım,"dedim.
Takım elbisesinin ceketini çıkarmış, yer yer kirlenmiş beyaz gömleğinin manşetlerini dirseklerine kadar kıvırmıştı. Beyanıma aldırmak yerine yüzündeki asabi ifadeyi bozma zahmetine bile girmeden elindeki alet çantasını giriş kapısının yanına bırakıp, tezgahın üzerindeki küçük evyeye ilerledi.
        "Burada seninle kalacağıma böcekler tarafından yenmeyi tercih ederim."
Musluğun başlığını çevirdiğinde borulardan öksürür gibi, tıkanık sesler yükseldi.
Hafif su sızıntısına bakıp başını bana doğru çevirdi.
        "Demek izci kız olmaya karar verdin. Bol şans."
Su her geçen saniye daha da şiddetlenip normal bir akışa sahip olana dek, parmağını musluğun ağzına tıpa yapar gibi dayayıp çekti.
        "O gece barda yaptıklarından sonra kaçma şansın vardıysa bile dün akşam olanlardan sonra mutlaka yakalanacaksın, bunu biliyorsun değil mi? Arkanda öylece cesetler bırakıp yok olamazsın. Polisler çoktan yola koyulmuştur bile. Bizi bulduklarında aleyhinde şahitlik yapacağım sonra da mühebbet yiyeceksin."
Suyu kapatıp doğruldu ve söylediğim her şeyi reddeder bir tavırla yanımdan geçmeye çalıştı. Hala elimde sıkı sıkı tuttuğum taşı bir öfke patlaması halinde yetişebildiğim en yüksek noktasına doğru savurdum.
        Şimdiye dek hiçbir zaman şiddete meyilli biri olmamıştım. Ofelya ile kavgalarımız bile hep sözlü münakaşalar üzerinde ilerlerdi. Belki bu nedenle belki de saldırmaya çalıştığım adam profesyonel bir katil olduğundan saldırım gerçekleşmeden kolum güçlü parmaklar tarafından yakalanıp çevik bir hamle ile geriye doğru büküldü. Tutuşundan kurtulmak için deliler gibi çırpınmaya başladım ancak yaralı bileğimi hesaba katmadığımdan kendimi kurtarmak isterken bileğimi şiddetle koluna çarptım.
Ani acı, boş midemin duvarlarında yankılandı. Yüksek perdeden bir çığlıkla korumak ister gibi bileğimin üzerine eğildim.
        "Gitmek mi istiyorsun, buyur git," diye kükredi tepemden. Sanki hırçınlığım benim değil de onun canını yakmış gibi. "2 gündür aynı araçla yol alıyoruz. Neden bir kez bile durdurulmadığımızı hiç tahmin etmiyor musun? Polislerin beni neden yakalamadığını anlayamıyor musun?"
Onlarla mı çalışıyordu? Kimdi bu adam?
        "Polislerle çalışmıyorum," dedi sanki düşüncelerimi duymuş gibi. "Benim hakkımda ne kadar az şey bilirsen, yaşama şansın o kadar artar. Ama şunu anla, eğer yakalanırsak ben değil ama şahit oldukların yüzünden sen zan altına girersin. Üstelik şu an polisler endişelenmen gereken şeylerin başında bile yer almıyor."
        Öfkem patlayan bir balon gibi hızla sönüp yerini derin bir hüzne bıraktı. Bileğimin acısı ile birleşince gözlerimden taşıp yanaklarıma dökülen gözyaşlarımın kontrolünü de kaybettim. Başımı kaldırıp buz gibi bir ifade ile beni izleyen yüzüne baktım.
Tüm bunlardan kurtulmak için ne yapmam, ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Hayatım boyunca zor durumlarda kalan ve seçimler yapmaya zorlanan karakterlerin baş rolünü aldığı kitaplar okumuştum. Ama hiçbiri beni bugüne hazırlayamamıştı.
       "Eve gitmek istiyorum," diye hıçkırdım yaşlar yanaklarımdan sel gibi akarken.
Bakışları ıslak gözlerimde, yanaklarımı yıkayan gözyaşlarında ve titreyen dudaklarımda gezindi. İfadesi kilden bir maske gibi kırılırken bir anlığına ardında bana oldukça tanıdık gelen bir acı görür gibi oldum. Ancak ifadesini hızla toplayıp, kontrol altına aldı. Şimdi çok daha yumuşak bakan kahverengi gözleri ile hafifçe yüzüme doğru eğildi. Geri çekilmeye yeltenecek enerjiyi bile bulamadım içimde.
       "Eve gitmeni sağlayacağım kuzucuk ama henüz değil. Önce yarattığımız kaos ile ilgilenmem gerek. Ve bunu ikimizde sefil bir haldeyken yapamam. İşleri daha zor bir hale getirme."
Bu defa yanımdan geçmeye kalktığında onu durdurmaya çalışmadım. Kırılan gururum ve sızlayan bileğim ile birlikte beni barakada yalnız bıraktığında da.
Neyin içine girmiştim ben böyle?




Kırık Pençe İzleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin