Yakın bir zamanda izlediğim bir belgeselde geleneksel bir ahtapot avlama tekniği olarak balıkçıların okyanusun derinliklerine seramikten bir vazo bıraktıklarını öğrenmiştim. İçi özel olarak ipli bir tuzakla çevrili bu seramik; derin oyukları ve küçük kapalı alanları hassas yapılarını korumak için ev olarak seçmeye meyilli ahtapotları kaçınılmaz tuzaklarına çekiyordu. Ahtapotların yerleşmesi için birkaç gün bekleyen balıkçılar ansızın ipleri çeker ve derin ıssızlığın içerisinde onları kıskıvrak yakalayarak ağlarına düşürürlerdi.
Sonradan semptomları kalp kriziyle oldukça benzer seyreden ve kişinin kalbini atak esnasında tıpkı balıkçıların ahtapot avlamak için kullandıkları seramik tuzaklarına benzeten bilim adamları bu sendroma da 'takotsubo' adını vermişler.
Tam kelime karşılığıyla; tuzak şeklinde kalp.
Yoğun bir kalp kırıklığı esnasında yaşanan bir tür travma hali.
"Böyle anlaşmamıştık Behram," diye ayaklandı babam oturduğu yerden. Sırtı ardında taşıdığı yalanların ağırlığıyla bükülmüş, ayakta durabilmek için önündeki masadan destek almaya muhtaçtı. "Bizden uzak duracaktın. Eftalya'yı yüzüne bile bakmadan kollarımıza bıraktığında pisliğinin kapımızı asla çalmayacağını söylemiştin. Bak ne haldeyiz?"
Annem ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerini ellerinin ardına gizlemeden hemen önce "Kızımı istiyorum!" diye feryat etti. Annemi neredeyse hiçbir zaman ağlarken görmediğimden bu perişan hali kolumu kanadımı kırıverdi. Düşünmeden ileriye doğru bir adım attım.
Kesik'in başından beri heykel kadar hareketsiz kalan bedeni gidişime set kurmak ister gibi hareketlendi ama durmadım. Acısının bendeki karşılığı iliklerime dek uzandı. Elim annem için yukarıya kalktı.
Ona doğru attığım çaresiz adımı duymuş gibi "Ofelya'mı istiyorum," diye sayıkladı hıçkırıkları arasından. "Söylediğin her şeyi yaptık, kızım neden hala gelmedi?"
Adımlarım durdu. İleriye doğru uzanan elim usul usul yanıma düştü.
Çağırdığı kızı ben değildim. Hiç onun kızı olmamıştım.
Tam o an sevilmek için çırpındığım, kabul görmek için tırnaklarımla tutunmaya çalıştığım bütün hayatım bir film şeridi gibi geçmeye başladı gözlerimin önünden. Aynadaki aksimden sırf onlara benzemiyorum diye tiksinerek uzaklaştığım her anı hatırladım. Kalbimin etrafına sarılı ip sıkışmaya, gerilimle nefesimi kesmeye başladı.
Bakışlarım panikle çocukluğumun geçtiği evin duvarlarında gezindi. Her köşede bir hatıram, her bir adımımda bambaşka bir hikayem vardı. Bu evin içerisine kendimi kazımaya çalışmıştım yıllarca.
Dikkatim yabancının varlığını teğet geçip, ardındaki aile fotoğrafımıza kaydı. Annem ve babam değişmeden önce uzunca bir süre kullandığımız eski koltuk takımlarımızdan birinde oturuyordu. Bir pazar günü olmasına rağmen ikisi de üzerlerine açık renkli şık takımlarını ve yüzlerinden eksik etmedikleri vakur gülümsemeleri giymişti. Tam ortalarında Ofelya'yla diz dize oturuyorduk. O dik duruşu ve ölçülü gülümsemesiyle bir kraliyet mensubu gibi görünürken ben dört bir yana dağılan ehlileştirilmemiş saçlarım ve makyajsız yüzümdeki devasa sırıtışla resme sonradan dahil edilmiş gibiydim.
Gözlerim farklıydı. Saçlarım, duruşum, gülüşüm, görünüşüm. Yabancının gözlerimin uzandığı fotoğraf karesine benim gibi takılı kalışını belli belirsiz fark ettim.
Öyle derin bir ıssızlıktı ki bulunduğum yer, göğsümdeki sancı dışında hiçbir şey hissedemez oldum. Bütün hayatım gözlerimin önünde paramparça olurken, kimliğime dair inşa ettiğim her şey bir yalandan ibaretken bir daha nasıl nefes alacağımı bilemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Pençe İzleri
General FictionBana nazik yalanlar söyle Usulca kır kalbimi Pişmanlık kekremsi, kurak bir tat bırakır kursakta Kaybolursan diye ezberle bıraktığın izleri Düştüğümüz karanlıkta yaralarımdan tanı beni Eftalya Gürel; fazla kiloları, başarısız akademik kariyeri ve köt...