1.

7.3K 360 63
                                    


                Havada taze kekik ve şarap kokusu vardı. Etin acı tadı insanların uğultularının altında har ateşte yandığı ocaktan yükseliyor, fısıldamaya bile cürret edilmeyen sahte sohbetlerin içerisine sızıyordu. Loş ışığın altında kadınlar bütün gösterişleri ile güzelliklerini sergilerken karanlığı dolduran şehvetli bakışlar bir an olsun üzerlerinden ayrılmak bilmiyordu. Modern bir National Geographic belgelesi izliyor gibiydim. Bedenlerini ipek ve kaşmirle kaplayınca medenileştiğini sanan bir grup insan birazdan kürklerini çıkarmaya başlayacak, yırtıcılar şanslarını denemek için atağa geçecek ve bu gece birileri av olacaktı.
            Bir süredir oturmakta olduğum taburede sıkılmış bir eda ile kaykılıyormuş gibi yapıp etrafıma özensiz bakışlar fırlattım. Çevremde yüksek perdeden kahkaha ve musluktan akıyormuşcasına iştahla içilen içki kadehlerinin şıngırtıları yükseliyor, garsonlar canla ve başla bu doyumsuz güruhu beslemeye çalışıyordu. Oburluk hiçbir zaman en sevdiğim günah olmamıştı.
Tuvalete gitmek için kalkan gösterişli göğüs dekoltesine sahip bir kadın bana tartar bir bakış fırlattı. İçimde hiçbir titreşim olmamasına rağmen rolüme ayak uydurup çapkın bakışlarımı birkaç uzun saniye boyunca cömert dekoltesinde gezdirdim. Beğenilmenin ve dikkati üzerine çekmenin yarattığı hazla duruşunu dikleştirip tatmin olmuş bir ifade ile yoluna devam etti.
Kadın ve erkek arasındaki paradigmaların bu kadar basit oluşu daima kozmik bir şaka gibi gelirdi. Elbette işin sosyal yönünü bir kenara bıraktığınız takdirde hepimiz zaafları etrafında şekillendirilmiş zayıf varlıklardık. Ve zaaflarımız küçük kilitli mahzenlerde gün aşırı onları beslememizi bekleyen obur yaratıklar gibiydi. Siz onları besledikçe oburluğunuz artarken iradeniz gittikçe daha da zayıflardı. Ve siz de bu zayıflığın üzerine kapamak için pervasız bir açgözlülük ile yakalayabildiğiniz her şeyi üzerinize giymeye çalışırdınız. Bunları bir terzi olduğum için söylemiyorum, yalnızca içine doğduğum polyester, kaşındıran ,çirkin kumaşı kabullenmiş biriyim.
          Yanımdan geçmekte olan garsonu durdurup tepsisindeki içkilerden birini itiraz etmesine izin vermeden kapıverdim. İlk yudum daima olduğu gibi tatsız ve kekremsiydi. Hiçbir zaman içki ile yakın bir ilişkim olmamıştı. Birçok kimsenin aksine içki beni rahatlatmak yerine daha da gerilmeme sebep olurdu. Yine de araya karışmam gerektiğinde ne yapmam gerekiyorsa onu yapmaya devam ederdim.
          Kışın ayazını içeriye taşıyarak açılan kapı içerideki sohbeti bıçak gibi kestiği sırada içkimden üçüncü yudumu alıyordum. Herkesin aksine başımı kaldırmaya tenezzül etmedim. Planlarımı daima en ince ayrıntısına dek tasarlardım. Henüz işi aldığım ilk gün mekanın krokisini çıkarmış, bütün giriş ve çıkışları ile birlikte içeriye adım atacak dikkate dair herkesi listelemiştim. Davetsiz misafirlere yer vermemek adına son ana dek listemin üzerinden tekrar, tekrar geçerdim. Bu hayatta kalmamı sağlayan rutinimin birincil adımıydı.
Bu yüzden geriye itilip ayağa kalkan sandalyelerin ardından yükselen selamlaşma faslına aldırmadım. Buradaki herkes az önce kapıdan giren adamın kim olduğunu biliyordu ve tam da bu yüzden hiçbiri ev sahibine kabalık etmeyi göze alamıyordu.
          Kadehimin camına yansıyan ışık oyunlarına dalmış gibi davranıp dudaklarıma çöreklenen alaycı gülümsemenin izlerini gizlemeye çalıştım. İnsanlar otoriter yapıya uymaya öyle elverişliydi ki! Tavırlarının bir isim ve makam karşısında kırılıp bükülmelerini izlemek daima bir komedi sahnesi gibi canlanırdı gözümde. Totaliter rejimin Sovyetler birliği ile çöküp tamamen ortadan kaybolduğunu düşünen bir grup bile vardı. Kimseyi inanmak istediği gerçeklikten uyandıracak değildim. Nihayetinde dünyanın aptallara da ihtiyacı vardı. Bu yüzden sakince içkimin tadını çıkarıyormuş gibi davranmaya devam ettim. Gereksiz bir özenle kol manşetlerimi düzeltip, içki bardağımın altındaki peçetenin kırışıklıklarını gidermeye çalıştım.
"Lütfen, bir dakika burada oturmama izin verir misiniz?"
Telaşlı bir fısıltı eşliğinde sıcak bir beden cevap vermeme fırsat vermeden yanıma çöküverdi. Hızla olası ihtimalleri kafamdan geçirip, üzerinde silah olabilecek her yeri göz hapsine aldım. Zayıf kollar, düşük omuzlar, pek fazla koşmayı sevmediğini belli edercesine yumuşak görünümlü dolgun bacaklar. Karşımdaki vücut yirmi sene içerisinde yaşayacağı damar tıkanıklığı dışında çevresini tehdit etmekten tamamen uzaktı. Başımı sıcak bir renge sahip dolgun gerdanından yukarıya doğru kaldırdım. Panik halinde ileriye bakan profilini inatçı çıkık bir çene, küçük bir ağız ve kemikli bir burun yapısı süslüyordu. Dağınık, kısalı uzunlu bukleleri adrenalinin yarattığı terle şakaklarına ve boynuna yapışmıştı. Nihayet ona olan bakışlarımın farkına varıp yüzünü yüzüme çevirdi.
Ah.
Tüm bu sıradanlık tablosunu bozan ve kaba bir tavırla yanımdan kalkmasını buyurmama engel olan şey tıpkı bir kuzuyu andıran büyük, neredeyse siyah diyebileceğim kadar koyu gri gözleri oldu.
"Size rahatsızlık vermek istemiyorum, sadece fotoğraf makinemi kurtarmaya çalışıyorum. Taksidini bile bitiremedim henüz."
Bahsini ettiği fotoğraf makinesinin içinde olduğunu varsaydığım çantasını küçük elleri ile sıkı sıkı dolgun gövdesine bastırdı. Kısa tırnaklarının çevresindeki deri yer yer koparılmış, sol elinin küçük parmağı yara bandı ile sarılmıştı. Endişe ile kolay baş edemeyen tiplerdendi.
Benim bir şey söylemediğimi fark etmiş olacak ki vücudunu bilinçsiz bir samimiyetle üzerime doğru eğdi. Oturuyor olmasına rağmen başı boynuma zorlukla erişiyordu.
            "Gazeteci falan değilim, istesem de olamam zaten çünkü muhtemelen düşük notlarım yüzünden okuldan atılmak üzereyim ama gazeteci olamayacak olmamın nedeni bu değil elbette. Aslında üniversitenin ikinci yılı blog yazarlığına başlayınca bunu bir süre düşünmüştüm sonra yazdığım her satırı filtreden geçirecek bir kurum altında önemsiz haberler yazmanın ilgimi çekmeyeceğine karar verdim. Bir süredir yazarlığı deniyorum. Ve bu konuda başarılıyım da! Geçen ay blogum tam 753 kişi tarafından ziyaret edildi. İlk etapta farklı yerlerden siteme giriş yapıp, ziyaretçi sayımı arttırmaya çalıştığımı inkar etmeyeceğim ama demek istediğim bu elimdeki fotoğraflar ile yazacağım yeni yazım öyle çok ses getirecek ki! Bunu kaybedemem."
Nefesindeki sütlü kahve kokusunu alabileceğim kadar yakınımda yaptığı uzun tiradın sonunda büyük gözleri jöle gibi titriyordu. Kızı fazla hafife almıştım. Oyunculuğu berbat olmasına rağmen yüzündeki mahzun ifade ile birleşince birilerini kolayca kandırabilirdi.
Gecenin başından beri beklediğim hareketlilik nihayet gerçekleştiğinde seyircilerden sakladığım perdesiz yüzümü bir anlığına tüm çıplaklığı ile kıza gösterdim. Bir kuzu kurdun kim olduğunu daima anlardı. Vücudu gerilip, postürü kaskatı kesilirken refleks olarak hızla geriye çekildi.
"Git," diye buyurdum sarsılmaz bir şiddetle.
Avlanmadan önce kaç kaçabildiğin kadar.
          Ağır,aksak adımlar yönünü değiştirip oturduğum tezgaha yöneldiğinde tek bir kasımı bile kıpırdatma gereği duymadım. Düşmanınıza verebileceğiniz en büyük koz onun ininde güvendeymiş gibi davranmak olurdu. Bu yüzden sırtımı tüm cömertliğimle önüne serdim. Bırakın o sırtın kendine ait bir dart tahtası olabileceğini sansın. O oklarının ucunu sivriltirken kibir içinde böbürlenmesine izin verin. Böylece elindeki ipi gevşettiği ilk anda darbenizi indirdiğiniz zaman yüzündeki saf şaşkınlığın izini doya doya içebilirsiniz.
" Demek söylentiler doğruymuş."
Tütün kullanmaktan tarazlanmış sesin yankısını tenimde hissettiğim an verdiğim tek tepki gözlerimi bir kez kırpmak oldu. Ardından yüzüme lakayıt bir gülümseme takınıp oturduğum tabureden geriye doğru döndüm.
"Yeter ki taze kanın kokusunu alsınlar, insanlar daima konuşur."
Nasırlı elini omzuma bastırarak yanımdaki tabureye oturduğu sırada gür kahkahasının şiddeti omuzlarımı titretti.
" Eh, Kesik'in kokusu çabuk yayılıyor."
Lakabıma yaptığı atıfı belli edercesine omzumdaki elini kaldırıp sağ elime iki kez vurdu. Atmaca gibi bakışlarının an be an ifademi izlediğinin farkında olarak gözümü bile kırpmadan yüzüne bakmaya devam ettim. İfadem neşesini iyice körüklemiş olacak ki gür kahkahasını kesmeden küçük bir el hareketi ile içki servisinin önüne yapılmasını emretti. Belki bir parça kemik kapar umuduyla hazırda bekleyen garsonlar ikiletmeden servisini önüne açtılar. Sadakat yanlış ellerde yalnızca prangalı bir itaatten ibaretti.
"Sokaklar konuşur. İnsanlar da. Kesik'in şehrime geldiğini duyunca seni misafir etmeden göndermek istemedim. Bilirsin kabalığı sevmem."
Viskisini iki büyük yudumla bitirip yenilemeleri için geriye yaslandı.
"Hayat işten ibaret değil. Ayaklarımdaki nasırlar biraz tatile ihtiyacım olduğunu söyleyince bende yollara düşüverdim."
"O halde seni misafir etmeyi düşünmekle doğru bir karar vermişim."
Tasasızca içkimden bir yudum daha aldım. "Aslında yalnızca geçiyordum. Kalmak gibi bir niyetim yok."
"Coğrafyan okulda da böyle zayıf mıydı? Yoksa benim şehrimi canının istediği gibi geçip gidebildiğin diğer şehirlerle mi karıştırdın?"
Sıkılmış bir tavırla ensemi kaşıyıp dirseklerimi yasladığım tezgahın üzerinden büyük patrona ölçülü bir bakış fırlattım.
"Okula gitmediğimi biliyorsun."
"Aptallığını cehaletine yormamı istiyorsun öyleyse."
Havadaki gerilim tıpkı her avdan önce olduğu gibi içimi titretti.
"Demek artık diploma ile çalışıyorsun. Hatırlatta açıktan lise sınavlarına gireyim."
Büyük elini uyarırcasına bir kez tezgaha indirdiği anda etrafımızdaki her sohbet bıçak gibi kesildi. Ensemde tanıdık metalik bir soğukluk hissettim. Hemen karşımda tepsisini taşımakta olan garsonda susturucu takılmış silahı ile hazırda bekliyordu.Halihazırda kuytuda bekleyen 3 adamın daha silahını üzerime doğrulttuğunu görmek için başımı çevirmekle uğraşmadım bile. Eh, size totaliter rejim ile ilgili bir sır daha vereyim: Diktatörler genellikle oldukça alıngan olurlar.
Büyük patron buruşuk, sarkık deriler ile çevrili yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı.
"Misafirliğin sona erdi."
         Başını kaldırıp çevremdeki adamlarına talimat verdiği sırada gecenin başından beri içimde tuttuğum her şeyi nihayet serbest bıraktım. Hızla yere eğilmemle karşımda bekleyen garsonun silahını ateşlemesi ve tam arkamda beni vurmak için bekleyen kendi adamını indirmesi bir oldu. Henüz büyük patron ağzını açıp emrini duyurmadan üzerime yığılan adamı kendime siper alıp gecenin başından beri gözlediğim noktalardaki her adamın üzerine birer isabetli vuruş yapmaya başladım. Ardından hiç sektirmeden dönüp hazırda bekleyen garsonu ve daima yedek planda sakladığı müşteri görünümlü iki korumasını daha indirdim. Çığlıklar başlamadan önce yalnızca 8 ezeli saniye geçti. İnsanlar kargaşa halinde çıkışlara yönelirken silahımı bir sonraki atış için büyük patronun yüzüne doğrulttum.
Diktatörlerin en büyük hatası çevresini daima dalkavuklar ile doldurmalarıydı.
"Seni kendini bilmez p-,"
Cümlesini bitirmesini beklemedim ve tetiği çektim. Diktatörler kadar hoşlanmadığım bir sonraki şeyse boş tehditlerdi.
Silah seslerini duyup ön kapıdan gelecek olan destek kuvveti beklemek yerine arbade sırasında katlanan manşetlerimi çekiştirip sakince barın etrafından dolaştım. Karanlık koridorun ucunda elindeki küçük fotoğraf makinesi ile birkaç dakika önce tanıştığım kuzu duruyordu.
         İnanın denedim. İçinde bulunduğum ipekten yapılma takımın altında tıpkı diğer avcılar gibi medeni rolü oynayabiliyordum. Hatta ona elimden kurtulması için bir şans bile vermiştim. Ama ne derler bilirsiniz; kurt daima kurttur. Kafese girse de, ipekle kaplansa da.
Başımı hafifçe yana doğru eğip, karanlık, şehvani gülümsememin altından tek bir kelime söyledim.
"Kaç."



          Kayboluşumun 3.yılında nihayet evin yolunu bulduğumu duyurmaktan büyük bir zevk duyuyorum. Onurlu bir görev için savaşa giden yakışıklı bir lord ya da amansızca geçmişinde ona yaşatılan haksızlığın intikamını kovalayan çekici bir sokak dövüşçüsü değilim. O yüzden beni gördüğünüze pek sevinmemiş olabilirsiniz. Karantina sürecinde daha fazla çikolata yememek için 7489.kez okuduğum paranormal kitaplarımın arasında yuvarlanırken aklıma gelen bir sahne yüzünden laptobumu açtım ve işte buradayım. Muhtemelen oldukça eksik, hatalar ve klişeler ile dolu kurgu çıkacak ortaya. Ama artık kaygılarımın gölgesinden çıkmaya karar verdim. Yalnızca yazmak, yazmak ve yazmak için buradayım. Hala burada olanlar için ve belki de yolunu kaybedip ilk kez gelecekler için; hayal dünyama yeniden hoş geldiniz.



Kırık Pençe İzleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin