Dibine sindiğim duvara saplanan ikinci kurşunla yüksek perdeden bir çığlık kopardım. Yalnızca 24 saat önce muhtemelen asla mezun olamayacağı bir bölümde okuyup, haftanın beş gününü bulduğu her yarı zamanlı işte çalışarak geçiren sıradan biriydim. Öğrenci kredimle ilk görüşte vurulduğum ancak bütçemin oldukça üzerinde bir evde oturduğumdan ve beni bir başarısızlık örneği olarak gören ailemden maddi destek almayı kabul etmediğimden faturalarımı ödemeyi hep aksatırdım.
Yine de sanki dünyadaki bütün boş vakte ve kabarık banka hesaplarından birine sahipmiş gibi evimi dekore ekmekten geri durmazdım. Tasarımcı işi kıyafetleri çok sever ama yemek yemeyi onlardan da çok sevdiğim için kısıtlı bir gardıroptan giyinirdim.
Annem ergenliğim boyunca vücut kitle endeksimi reddedip kız kardeşime aldığı her şeyin aynısından bana da bir çift alırdı. Ancak Ofelya'nın aksine benim C cup göğüslerim ve yaşıtlarımın hiçbirinde bulunmayan kocaman bir kalçam vardı. Bu da bir noktadan sonra giydiğim her şeyi müstehcenleştirmeye ve üst sınıftaki çocukların yanlarından geçerken kulak kızartıcı yorumlarına maruz kalmama neden oldu. Üstelik moda anlayışımız annem ile taban tabana zıttı.
Evden ayrılmamla birlikte dolabımı da baştan aşağıya yenilemem gerekmişti.
Yine de bundan bir gece önce en büyük kaygım beden ölçümün bir numara daha büyümesi ya da bir başka başarısızlığın ardından aileme ve çevreme konuşacak yeni bir malzeme sunmakken şimdi bir silahlı çatışmanın orta yerinde hayatta kalmaya çalışıyordum.
"Yerde kal," diye buyurdu müstakbel katilim nereden çıkardığını bilmediğim bir dizi silahla konuşlandığı yerden. Sanki başka bir yere gitmem mümkünmüş gibi.
Beni sorguladığı büyük salonun bağlı olduğu mutfağın köhne bir köşesindeydim. Evin planlarını çizen mimar pencereler konusunda cimri davrandığı için şükrediyordum. Biri mutfak penceresinden başını uzatsa bile kör noktada kalacağımdan beni fark etmesi epey zor olurdu.
Bir dizi daha kurşun kırık camların ardından vınlayarak salonun ve mutfağın duvarlarına saplandı. Başımı kırdığım dizlerime tamamen gömüp görünmez olmayı diledim. Ya da tüm bunların korkunç bir kabus olmasını ve yatağımda kan ter içinde uyuyor olmayı.
Önce zeminde hafif bir sürtünme ardından saçlarımda bir dokunuş hissettim.Başımı kaldırdığımda bir çift kahverengi gözle karşılaştım. Kaba hatları,korkutucu cüssesi ve huysuz mizacı ile karşımda duran sıcacık kahverengi gözler öylesine taban tabana zıttı ki bir süre tepki vermeden yalnızca yüzüne bakmaya devam ettim.
Benim tepki vermediğimi fark etmemiş gibi bir kez dudaklarına dokunup evrensel sessiz ol işaretini yaptıktan sonra aynı parmağıyla sol tarafımı işaret etti.Başımı çevirdiğimde boş bir içki rafının ardına gizlenmiş bodur bir dolap dikkatimi çekti.
Oraya girmemi mi istiyordu?
"Şimdi seninle bir oyun oynayacağız kuzucuk," dedi kısık,zorlukla duyabildiğim bir sesle. "Ben misafirlerimizi evlerine geri gönderirken senin o dolapta saklanmanı istiyorum."
Devam etmesine izin vermeden "Ben o dolaba sığmam bile!" diye karşı çıktım.
Yüzündeki ciddi ifade biraz olsun sarsılmazken beni duymamış gibi konuşmaya devam etti.
"Ne duyarsan duy, güvende olduğuna inansan bile asla ama ASLA o dolaptan çıkmaman gerekiyor. Ben gelip seni çıkarana kadar orada kalmaya devam et."
Bir başka kurşun selinin ardından gitmek üzere geri çekildiği sırada uzanıp korkuyla koluna tutundum. Gitmesini ve beni ardında bırakıp, hayatıma geri dönmeme izin vermesini istiyordum ama ne derler bilirsiniz: Bildiğiniz düşman bilmediğinizden daha iyidir.
Duygulardan arındırdığı bakışlarını bakışlarıma sabitledi.
"Bana güveniyor musun, kuzucuk?"
Cevap için düşünmeye bile gerek duymadım. "Hayır."
Gözlerinin kenarları kırışırken dudaklarında alaycı bir gülümseme peydahlandı. "Akıllı kız."
Ardından tutuşumdan kolayca kurtulup tıpkı izlediğim aksiyon filmlerindeki karakterler gibi cüssesine ters bir çeviklikle dört bir yanına kurşun yağdırılan salona doğru yarı emekler yarı yürür halde gözden kayboldu.
Pekala, tek başıma kalmıştım. İçimdeki küçük hesapçı taraf kötü adamların aralarındaki anlaşmazlığı silahlarla da olsa sonlandırıp bana buradan kaçıp kurtulabileceğim bir zemin hazırlamasını istiyordu. Korkudan aklını kaçırmak üzere olan daha mantıklı tarafım ise bu adamların müstakbel katilimden bile daha tehlikeli olduğunu, bu yüzden oyalanmadan o dolabın içine girmem gerektiği kanısındaydı. İş dünyasında, akademik hayatımda ve kesinlikle özel hayatımda hiçbir işe yaramayan içgüdülerimin bu defa haklı olmasını umup hala makyaj solüsyonuna sarılı yaralı elime dikkat ederek içki rafının arkasına geçtim.
Dışarıdan acı dolu bir haykırış yükselirken konserve fasulyelerin dizili olduğu dolabın içine omurgamı sızlatacak bir açı ile girmeyi başardım ve dolabın kapaklarını boğazıma dolan küf ve toz kokularının üstüne kapadım.
Ciğerlerimi yakan hırıltılı soluklarımı kontrol altına almaya, zihnimi berrak ve her an harekete geçmeye hazır bir halde tutmaya çalıştım. Dolap kapaklarının ardına kadar sızan şiddet dolu sesler durumun ciddiyetini yeterince belirtir nitelikteydi.
Burada ölebilirdim. Dün o sokak arasında ölebilirdim. Çok değil yalnızca dakikalar önce eğer hızlı davranıp sandalyemi devirmemiş olsaydı o ilk kurşunla bile ölebilirdim. 23 yıllık hayatım boyunca ölüme hiç bu kadar yakın olmamıştım.
Zihnimde onlarca ihtimal, olası tonlarca senaryo dönerken dakikalar asırlar gibi gelmeye başladı. Bir süre sonra dışarıdan gelen seslerin kesildiğini farkettim. Yüksek kan akışımın kulaklarımı dolduran uğultusu dışında havada tek bir titreşim bile hissedemiyordum.
Bitmiş miydi?
Kahverengi gözlerin bıçak kadar keskin uyarısına rağmen sessizlik uzadıkça içine girdiğim ruh halim daha da kararmaya başladı. Doğru olanın o dolabın içinde beklemek mi yoksa başkaları gelmeden kaçıp gitmek mi olduğunu saptayamıyordum. Ya olasılıkları düşünerek burada durduğum her saniye kendi hayatımdan çalınıyorsa? Ya kötü adamlar benim yanımdaki kötü adamı da öldürdüyse? Nihayetinde ölmüş birinin gelip beni dolaptan çıkarmasını bekleyemezdim değil mi?
Kararımı verip, göğüs kafesimi şişiren bir nefesle birlikte sessizce dolabın kapaklarını açtım. Bu açıdan mutfağın içini görmem mümkün olmadığından ses çıkarmamaya özen göstererek dolabın içinden tamamen çıkıp daha önce beklediğim köşeye doğru ilerledim. Kırık pencerelerden içeriye saçılan cam kırıkları ve kurşunların saplandığı duvar deliklerinden düşen sıva parçaları dışında etrafta hiçbir şey yoktu. Yavaşça başımı uzatıp mutfağın ardından salona göz attım. İlk kurşundan sonra üzerimden hızla çözdüğü ipler hala devrilmiş sandalyenin ayakucunda duruyordu. Dışarıda birileri olabilir ihtimali ile eğilerek harabeye dönmüş salonun içinden geçip giriş kapısına bağlanan holünde içinde bulunduğu uzun koridora saptım.
Tam o sırada gözüme karanlık koridorun ucunda yerde sere serpe yatan beden çarptı. Gölgelerin içinde kalmış olmasına rağmen yüz üstü yatan bedenin giydiği takımı hemen tanıdım. Farkında olmadan onu öyle çok izlemiştim ki takımının bütün gece giyilmekten bozulmuş ütüsünü bile ayırt edebiliyordum.
Beni sorguladığı sırada ceketi üzerinde değildi. Muhtemelen yanımdan ayrıldıktan sonra giymişti. Özgürlüğüm bir kapı ötede olmasına rağmen orada durup birkaç uzun saniye boyunca cansız bedene bakmaya devam ettim. İçimi ismini koyamadığım bir duygu kapladı.
Hüzün mü?
Mantıklı olmaktan çok uzakta olduğumu bilmeme rağmen midemi bir yumruk gibi sıkan bu histen kaçamadım. Bir saat önce gözlerine baktığım birinin artık hayatta olmaması kabul edebileceğim bir gerçeklik gibi gelmiyordu.
Bakışlarımı son bir kez üzerinde gezdirip dönerek dış kapıya doğru seğirttim.Elim parlak kapı koluna uzandığı sırada kapı önümde ardına dek açıldı ve yüzünün yarısını poşu ile kapatmış kamuflaj kıyafetleri içerisinde bir adam silahını yüzüme doğrulttu. Bebek bakıcılığı yaptığım dönemde baktığım çocukların bilgisayar oyunu oynarken kullandıkları havalı silahlara benziyordu.Ama oyunun aksine bu silah çok daha büyük ve çok daha ölümcül görünüyordu. Üstelik burada ölünce oyuna yeniden başlamak gibi bir seçenekte yoktu.
Adamın koyu gözlerinde dost canlısı olduğunu belli eden en ufak bir titreşim olmadı.
Sulanan gözlerimi yüzüme doğrultulan silahtan bir an olsun ayırmadan 'içgüdülerim beş para etmezmiş' diye düşündüm. Tıpkı söylediği gibi ne olursa olsun o dolaptan asla çıkmamalıydım.
Namlunun ardındaki aç bakışlar yolun sonuna geldiğimin habercisiydi. Bana acıyıp, gitmeme izin vermeyecekti. Burada, hiçliğin orta yerinde can verecektim.
Yanaklarıma düşen ilk gözyaşı damlası ile gözlerimi ardına dek kaparken 'Kurşun canımı çok yakar mı?' diye düşündüm. Ardından derinlerden gelen, çok daha baskın bir ses 'Daha değil, yaşamadığın çok şey var!' diye bağırdı.
Kulak zarımı sızlatan patlama sesinin ardından üzerimde hissettiğim tonlarca ağırlıkla birlikte yere düştüm. Ağırlık öyle fazlaydı ki nefesimi kesti. Ölmek böyle mi hissettiriyordu?
En azından ölürken hafiflemiş hissedemez miydim?
Üzerimdeki ağırlık kaybolurken ciğerlerime dolan taze hava ile derin bir uykudan uyanır gibi gözlerimi açtım. Yüzünün yarısı poşu ile kaplı kamuflaj kıyafetleri içindeki tanıdık gözler öfkeyle yüzüme bakıyordu. Yüzündeki poşuyu boynuna doğru indirip "Sana asla o dolaptan çıkma demiştim!" diye kükredi.
Ah, cehennemdeydim.
"Öldüm, değil mi? Ah, siktir. Kimse cesedimi bulamayacak. Kokuma alan vahşi hayvanlar beni yiyeceği için belki kemiklerimin kalıntılarından tanırlar. CSI'ın bir bölümünü izlerken görmüştüm. Annemle babama teşhis etmeleri için dişlerimi bir torba içinde götürecekler." Gözlerimi yumup sızlanarak yattığım yerde tepinmeye başladım. "Ancak ben böyle aptalca bir şekilde ölebilirdim."
Tenimde hissettiğim sıcak dokunuşla tiradıma ara verip gözlerimi yeniden açtım.Katilim hiç olmadığı kadar canlı ve öfkeli bir şekilde burnumun dibinde soluk alıyordu. Hemen yanımda az önce yüzüme namlusunu dayamış aynı kamuflaj ve poşuya sahip adam ise göğsünü ıslak kırmızıya boyayan koca bir delikle bilinçsizce uzanıyordu.
İdrak edişin peşi sıra iliklerime kadar dolan korku ile yeniden kahverengi gözlere döndüm.
"Ölmedin ve cehennemde değilsin. Davetsiz misafirlerimiz içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ama sen kuzucuk, sözümü dinlemediğin için cezalısın."
Öncelikle ilginiz ve güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bölümü biraz geciktirdiğimin farkındayım ancak güzel bir maruzatım var. Karmen'in bölümlerini de yakında yayınlamaya başlayacağım için esasında iki kurguyu birden yazıyorum. Ancak bunun kurgular arasında engel teşkil etmemesi için elimden geleni yapacağım. Zira ikisini de birbirinden ayrı bir şekilde yazmak için çıldırıyorum. Başlarda dark romance hevesi ile yazmaya başlamama rağmen Eftalya sağ olsun mizahtan çıkamıyoruz. Umarım severek okuyorsunuzdur. Kocaman öpücükler ile iyi sabahlar diliyorum her birinize ^_^
![](https://img.wattpad.com/cover/217336996-288-k76237.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Pençe İzleri
General FictionBana nazik yalanlar söyle Usulca kır kalbimi Pişmanlık kekremsi, kurak bir tat bırakır kursakta Kaybolursan diye ezberle bıraktığın izleri Düştüğümüz karanlıkta yaralarımdan tanı beni Eftalya Gürel; fazla kiloları, başarısız akademik kariyeri ve köt...