Uykumdan Hayley Williams'ın sahip olamadığı aşkına serzenişi ile uyandım. Lise yıllarımda kendimi okuduğum ya da izlediğim kitaplardaki karakterlerin yerlerine koyup tekdüze hayatımı renklendirecek dramaların içerisindeymişim gibi davranır ve onlar gibi acı çekerdim. Acı çekemeyecek yeterince malzemem olmadığından değildi bu. Yalnızca kendi gerçekliğimden kaçıp sığınabildiğim, dahası tüm kontrolün bende olduğu yegane yerdi hayal dünyam. Yine de Paramore'u lise yıllarımdan beri dinlemiyordum. Çarşaflarımın arasında dönüp uykulu gözlerle şarkıya isteksizce eşlik ettim.
Ardından defolu olduğu için daima ucuza aldığım battal boy tişörtümün yakasını çekiştirip homurdanarak yataktan çıktım ve banyonun yolunu tuttum.
Aniden patlayan ışık cümbüşünün altında beni günlerdir tarak yüzü görmeyen kabarık saçlarım ve renksiz yüzümde daha da büyük görünen koca gözlerim karşıladı. Günlerdir yıkanmadığım ve banka kartımda kötü günler için tuttuğum birikimle yemek getiren kuryeler dışında hiçbir canlı ile temas kurmadığım düşünülürse tam da olmam gerektiği gibi görünüyordum.
Bir toplu cinayete tanık olmanın, kaçırılmanın ve sizi kaçıran kişi ile stockholm sendromunu çok andıran bir bağ kurmanın hayatınızda yeni bir sayfa açmak için yeterli olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Çok kısa bir an bende bunun sağlıklı ve kaliteli bir yaşam biçimine yönelmem için işaret olabileceğini düşündüm ardından en sevdiğim italyan restoranından bedava kupon kazandığımı bildiren bir e-mail aldım ve kendimi zengin karbonhidrat dünyasında kaybettim. Yüzümü yıkadığım sırada gözüm istemsizce uykudan şişmiş dudaklarıma kaydı. Lanet Stockholm Tanrıları.
Yüzlerce aşk romanı okumuştum. Haliyle size Bay Doğru'nun ve Bay Kesinlikle Yanlış'ın kim olduğunu ilk bakışta söyleyebilirim. Vize notumu yükseltmek için görüşmeye gittiğim asistanın kağıdımı kontrol etmek için beni yanına çağırdıktan hemen sonra elini kalçam boyunca kaydırıp bir randevuya çıkabileceğimizi söylemesi kesinlikle Bay Yanlış hareketiydi. Ya da henüz birinci sınıftayken bir süredir hoşlandığım çocuğun onu eken randevusunun yerini alabileceğimi düşünüp beni şarap evine davet etmesi , üstelik o gece aradığı 3.kişi olduğumu yüzüme söylemesi de kesinlikle Bay Yanlış diye bağırıyordu.
Ancak bir atmaca gibi her hareketimi izleyen ve içinde sonsuz bir bilinmezlik taşıyan koyu gözleri ile Kesik bu basit denklemin içine tam anlamıyla oturmuyordu. Birinin çığlık çığlığa yanlış olduğunu bildiren iç sesinize rağmen sizi öpmesi 23 yıllık hayatınızda en az 7 şiddetinde bir depreme sebep oluyorsa bazı gri bölgelerinde olduğunu kavrıyordunuz.
Ancak Stockholm tanrılarının da atladığı bir şey vardı: Artık internet çağında yaşıyorduk. Bu da 1970lerde olmadığımız ve sinemada edebiyat gibi hızlı bir gelişim gösterdiğinden aynı benzer senaryonun yüzlerce farklı şeklinin zaten önümüze sunulduğu gerçeğiydi.
Haliyle çetin bir cevizdim.
Arka planda çalan kalbi kırık aşk parçalarına rağmen sözde katilime aşık olmayacak kadar aklım başımdaydı. Beni asıl endişelendiren ve bu depresyon çukurunun içine sürükleyen şey yaşanan her şeyin nasılda yalnız olduğumu yüzüme vuruş şekliydi.
Arkadaşlarım vardı; aramızdaki iletişimsizliğe rağmen bir ailem bile vardı. Ama yine de 5 koca gün boyunca ortadan kaybolmuştum ve ne kapım ne de telefonum bir kez bile çalmamıştı.
Annem ve babam insan ilişkilerini yurt dışı seyahatlerinde bir statü belirtisi gibi aldıkları antika sanat eserleri gibi görürlerdi. Onlar için çerçeveyi doldurmaları ve olması gerektiklerinde ortalıkta görünmeleri yeterliydi. Onların kızı olduğum düşünülürse korkunç bir koleksiyoncu olduğumu söyleyebiliriz.
Midemden yükselen cah hıraş gurultu ile banyodan ayrıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Pençe İzleri
General FictionBana nazik yalanlar söyle Usulca kır kalbimi Pişmanlık kekremsi, kurak bir tat bırakır kursakta Kaybolursan diye ezberle bıraktığın izleri Düştüğümüz karanlıkta yaralarımdan tanı beni Eftalya Gürel; fazla kiloları, başarısız akademik kariyeri ve köt...