"İnsanlar; insanların içinde, insana hasret yaşarlar."
***
Havaalananının çıkış kapısına ilerledi. Kimsenin gelmesini istememişti. Evine gitmeden önce onun için önemli olan birkaç işi yapması gerekiyordu. Kapıdan çıkar çıkmaz gözüne ilk kestirdiği taksiye bindi.
"Zincirlikuyu mezarlığına sür."
Yurt dışına çıktığı tarihin üzerinden 3 yıl geçmişti. 3 yılda ne çok şey değişmişti. Değişenlerin en başında geleni de kendisiydi. Havanın git gide kapandığına şahit oluyordu gözleri. Şiddetli bir fırtına geleceğe benziyordu. Her zamankinden daha derin bir nefesi ciğerlerine doldurduğunda taksinin aniden fren yapmasıyla kaşlarını çattı.
"Ne oldu? Trafik de yok..."
Kafasını eğip ön camdan olanlara baktı. Gördüğü kişi onu şaşırtmaya yetmişti. Halide...
"Hanımefendi sizi bekliyor galiba..." dedi taksici.
Arabadan indiği andan itibaren kavuşamayacaklarını hissetmişti. Yağmurun nefeslerine değişi ve meydanın ortasında birbirlerine bakarak kalakalışları içlerinde olmasını istemeyecekleri duygulara yol vermişti yeniden. Ayrılıklarının 3.yılına kadar kaç kırağı düştüğünü saymamışlardı. Kaç mevsimin gelip geçtiğini de. O an hissettiler kırağıyı... O son kırağı gökyüzünden yeryüzünün kalbine düştüğünde, son yaprak rüzgarın şarkısıyla dans ederek toprağa kavuştuğunda, son çiçek solduğunda, son yaşanmışlık kalplerini bütünlediğinde, denk geldikleri meydanda birbirlerine anlatmak istedikleri her şeyi sustular. O an mühür vuruldu dudaklarına, gözlerine, kulaklarına. Birbirlerine doğru attıkları her adımın ağır ikamesi kalplerinin mesafesini de kapatırken; tesadüflere lanet eden adamın yine o lanetle karşısına çıkan kadınını izlememek için gem vurduğu ela gözleri göğe döndü. O bir açıklama yapmadıkça ya da gitmesini istemedikçe Halide'nin adımları tersine dönmeyecekti. Biliyordu.
"Nereden öğrendin döndüğümü?"
Sadece gözlerinin içine baktı Halide. Titriyordu.
"Üstün çok ince, üşüteceksin..."
Paltosunu çıkartıp Halide'nin omuzlarına koyarken Halide'nin çekimser tavrını görüp
"Gel." dedi en nazik ve güven veren ses tonuyla. Taksiye binmek üzere yürüdüler birlikte. Halide'nin bineceği tarafın kapısını açtı, binmesini bekledi, ardından kendisi de bindi. Mezarlığa varana kadar ağızlarını bıçak açmadı. Sessizlik içlerindeki hüzünle buluştuğunda daha da dayanılmaz bir hal alıyordu. Yıllar böyle geçmişti. Sessiz, hüzünlü ve bir o kadar da buhranı sıkan. Konuşmak bazı şeylerin çaresi değildi. Susmak en iyisiydi. Öyle yaptılar. Taksi durduğunda,
"Geldik..." dedi taksici.
Bu sesle ikisi de düşüncelerinden sıyrıldı. Taksiden indiler. Taksi uzaklaşınca yine karşı karşıya geldiler.Gözleri dolu dolu uzunca bir süre birbirlerini izlediler. Sarılma eylemini sadece kollar gerçekleştirmez. Kalpler ve gözler de sarılabilir. Halide derin bir nefes alıp gözlerini kaçırdı. Merak ettiklerini sormak için fırsat kolluyordu. Burak ise uzaklaşmak için arkasını dönüp adım attığında,
"Neden gittin?" deyiverdi bir anda.
Durdu. İlerlemedi. Arkasını dönmedi.
"Sen istedin."
"Kalabilirdin." dedi Halide sesi titrerken.
Sustu. Rüzgar, ardında kalan kadının kokusunu burnuna ulaştırırken gözlerini kapadı. Çektiği derin nefesle ciğerlerini bu havayla doldurdu. Onu bu denli hissettikçe bedeni yavaşça kayboluyor, varlığını içine çeken bilinci ağırlaşıp kabarıyordu. Biraz daha hissetse yok olabilirdi.
"Biraz daha orada kalırsan yok olacağım." dedi iç sesi.
Bir adım atmaya yeltendi. Sonra hissettikleri yüzünden bu hamleden vazgeçti. Gözleri biraz daha buğulanırken, başını hafifçe yana eğdi Halide.
"Biraz daha arkanı dönmezsen paramparça olacağım." dedi iç sesi.
Kalbini dinleyerek omzunun üzerinden birkaç adım arkasında bekleyen kadına baktı cehennemin bir yakını gibi sıcak olan gözlerle. Gözyaşı yanağından çenesine doğru süzülürken ve yağmur bunu gizliyorken tekrar duydu sesini.
"Enkaz altına kalan senmişsin gibi bakma bana... O enkaz senin eserin! Sen yakıp yıktın ve ben kaldım onun altında..."
Sesi o kadar titrek ve çekingendi ki Burak'ın da içini titretmeye yetmişti. Sırılsıklam olmaları umurlarında bile değildi.
"Peki senin bakışların ne olacak Halide?" dedi sesini çatallanmasını engelleyememişti.
"Bana hayatımın geri kalanı gibi bakıyorsun... Kırık dökük, darmadağın..."
"Sen beni öyle bıraktın Burak. Bedeni derli toplu ama ruhu dağınık bir kadın olarak yüzüstü bıraktın ve gittin. Sevdim, azalmadın. Can kırığım da azalmadı. Seni seven kalbime savaş açtın..."
"Yalvarırım git artık Halide... Bunu yapma artık..." dedi gözyaşları yüzünü iyice sarıp sarmalarken.
"Peki... Gidiyorum..."
Arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Burak ise derin bir nefes verip göğe baktı tekrar. Omzundaki paltoya daha sıkı sarıldı. Üstüne sevdiği adamın kokusu sinmişti. Kokusunun izi onun ıslanmış, soğuktan titreyen bedenine değiyordu. Ruhunu ondan öteye aşırmanın yollarını arıyordu. Bu savaşın kazananı olur muydu? Yoksa yitip gider miydi bu yorgun savaşçılar?
***
Bölüm biraz kısa oldu farkındayım ama diğer bölümlerin daha uzun olacağından emin olabilirsin. Buraya kadar geldiğin için teşekkürler.♥️