Burak'ın başını dizinin üstüne koymuş, yaşadığı korkudan dolayı ileri geri sallanarak onu izliyordu. Ağlamaktan gözünde yaş kalmamıştı. Sesini kimse duymuyordu. Dip dibe olduğu Burak bile. Yüzünü okşuyordu.
"Burak..." dedi fısıltıyla.
"Hadi uyan..."
Öylece yatıyordu. Konuşmuyordu, gülmüyordu, o ışıklı, koyu kahve gözleriyle Halide'yi izlemiyordu. Oracıkta ölümü seçse Halide, en gerekli sebepleri bunlardı. Dünyanın en güzel bakan gözlerini bir daha göremeyecek miydi? Dünyanın en tatlı dillisini bir daha duyamayacak mıydı? Dünyanın en güzel gülüşünü onun güzel yüzünde bir daha göremeyecek miydi? Hayır, görecekti. Aklına gelen fikirle gözyaşlarını sildi. İlk başta bunun neden daha önce aklına gelmediğini sorgulayıp kendine kızdı. Burak'ın ceplerini yokladı. Aradığı şeyi bulamadı. Arabası az ötedeydi. Gitse, Burak'ı bırakamazdı. Ama gitmek zorundaydı onu kurtarmak istiyorsa bunu yapmalıydı. Burak'ı yavaşça yere bıraktı. Koştu, koştu, koştu. Arabaya ulaştığında hızlıca kapısını açtı işte aradığı şey! Telefon buradaydı. Hemen aklına ilk gelen kişiyi aradı Burak'ın yanına dönerken.
"Burak? Neredesiniz oğlum yoksunuz kaç saattir ortada! Sizi arıyoruz!"
"Baba..."
Kızının sesini sonunda duyduğu için mutlu olmuştu. Ama ağlıyordu telefonun ucundaki ses. Çok kötü bir şey olmuştu.
"Halide'm?" dedi merakla.
"Baba, çok kötü bir şey oldu!"
Bu cümleden sonra korkusu ağır bastı.
"Ne oldu kızım?!"
"Baba, Burak'ı vurdular! Durumu çok ağır! Sesleniyorum sesimi kimse duymuyor çok korkuyorum baba... Çok korkuyorum, lütfen gel..."
Yaşadığı ikinci şokla kalakalmıştı Haşmet.
"Neredesin Halide! Neredesin!" dedi hoparlörü açıp Sabri'ye de dinletirken.
"O uçurumdayız baba... Çabuk gel lütfen..."
"Hatırladım yerini, geliyorum kızım... Dayanın..."
Telefonu hızlıca kapattı ve arabaya atladı.
"Sabri..."
"Anladım ağam..."
***
Yarım saat sonraArabanın camından dışarıya bakarken Halide'yi ve onun kucağında yerde yatan Burak'ı gördü.
"Dur Sabri, dur dur!"
Arabadan indi. Hızlıca uçurumun sonuna giden yokuştan inerken ambulansın sirenini de gayet net duyuyordu. Yanlarına vardığında, Halide artık kafayı yiyecek gibiydi. Babasını fark etmemişti bile. Burak'a baktı kanlar içindeydi. Tabir-i caizse kan gölüne dönmüştü etraf. Nabzına baktı, zayıf da olsa atıyordu ama buz gibiydi teni. Kabanını çıkarıp Burak'ın üzerine örttü.