2. Bölüm
Eve geldiğimde Avrile, saat kaçta gelmesi gerekiyorsa o saatte gelmesi için konum attıktan sonra, salona geçip siyah kanepeye kendimi attım. Kanepenin karşısında duran boş şömineye bakarken, gözlerimin yavaş yavaş kapanmasına izin verdim.
Birinin kapıya vurmasıyla uyandım. "Bu da kim böyle?" diye söylendim kendi kendime kapıyı açmaya giderken.
Kapıyı açtığımda, "Avril..." dedim uykulu sesimle. Her gördüğümde yaptığım gibi yüzünün oldukça belirgin kemikli hatlarını incelemeden kendimi alıkoymaya çalışırken, bu sefer de giydiklerine baktım. Parlayan koyu gri bir gömlekle siyah kotunu giymişti. Bu sefer sadece gömleğinin, onu sıktığını düşündüğüm birkaç düğmesini açmakla yetinmişti. Saçlarının sabahki şeklini bozmamıştı. Tanrı onu öyle güzel yaratmıştı ki... Onu süzerken bir şey fark ettim. Ruhum Avrille bütünleşmek istiyordu. Bu uzaklaşmak istediğim Avril Evansı ruhum neden kendine çekmek istiyordu?..
Beni düşüncelerimden sıyırarak, "daha hazırlanmadın mı Morgan?" diye sordu sert ses tonuyla.
"Hazırlanmak mı? Neden hazırlanayım ki? Haydi gidelim işte." Söylenerek evin anahtarını vestiyerden alıp kapıyı kapattım.
Kolundaki saatine baktı ve ardından beni bir kez daha süzerken siyah kaşlarını çattı. "Üzerinde bir kot ve seni saklayan boktan geniş bir kazakla gelmemelisin" diyerek çıkıştı.
Sırtımı dönüp kapıyı açmak için anahtarı arka cebimden çıkarırken, "ah, pekala sen tek git öyleyse" dedim.
Bu sözlerimin ardından kolumu sertçe tuttu ve diğer eliyle de anahtarımı aldı. "Tek gitmeyeceğim Morgan. Gidip sana bir şeyler alalım" dedi. Beni kolumdan çekiştirerek dış kapıdan dışarıya çıkardı. Mat siyah lüks arabasına bindirene kadar kolumu bırakmadı. Şaşkınlığımdan Avril'ın hareketlerine tepki verememiştim. Tıpkı ilk gün ki gibi.
Avril arabayı çalıştırırken, "sen delisin" dedim. Aklıma gelen tek cümleyi söylemiştim.
"Sadece senin yanında deliyim." Gülümseyerek göz kırptı.
Kısa yolculuğumuzun ardından Avril arabayı bir avm otoparkına park etti. Sonunda bir mağazada karar kıldığımızda, Avril elimden tutup beni mağazaya sürükledi. Elimi bırakıp, kısa bir süre kıyafetleri inceleyerek mağazayı dolaştıktan sonra mor bir elbiseyi bana doğru uzattı.
"Kabine gir de giy şunu."
Bu emri vaki hareketleri beni biraz şoka sokmuştu. Ona bir şey dememeyi tercih ederek kabine girdim. Acele etmemi söylediğinde hızlıca soyundum ve elbiseyi giydim. Elimi elbisenin üzerinde gezdirdiğimde yumuşak bir kayganlığı olduğunu anladım. Kalçamın hemen altında biten bu elbisenin omuzlarımdan inen, bir kısmı açık kalan göğüslerimin her iki yanındaki askılar gümüş rengi taşlarla kaplanmıştı. Rengi gözümü kamaştırıyordu. Fazla mordu. Ve bana annemi hatırlatıyordu.
Kabinden çıkıp çıkmama konusunda kararsızdım ama eğer çıkmazsam Avril gelip beni çıkaracaktı. Kendimle çatışmanın ardından kabinden çıktım. Avril tam karşımda duruyordu. Ellerini göğsüne kavuşturmuş bir halde beni baştan aşağı süzdü. Benden gözlerini ayırmayarak mağaza görevlisine seslendi. "İnce topuklu... bilekten bağlamalı gri bir ayakkabı rica edebilir miyim?"
Mağaza görevlisi ayakkabıyı getirdiğinde, Avril bir eliyle elimden tutup diğer eliyle de bu mağazayla uyumlu sarı koltuğa oturmamı işaret etti. Giydiğim elbise hakkında hala bir şey söylemediğini düşünürken önümde diz çöktüğü anda bir bacağımı okşayarak, "o kadar... o kadar güzelsin ki... sana partide sahip çıkmam gerekecek" dedi. Söyledikleri karşısında yine dilim kenetlenmişti. Sanki onun sesi dudaklarımı zırhlarla çevreliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morgan Clark
Любовные романыYirmi bir Mart gününde hücreye hapsedildim. Kilit vurulurken bir ses fısıldandı. "Ölümün hücreden çıkacağın gün." Artık tek başımaydım. Çaresizdim. Karanlık duvarlar ürkütüyordu.. Sessizlik her saniyeye yayılırken, dünya beni çağırıyordu. Lanetl...