21. Bölüm
Geçen on dokuz günün ardından ruhumun parçaları, son bir kez Avrili görüp bedenine teslim olmak istiyor. Bugün lanetimin son adımında gerçekliğimin lanetine bürüneceğim gün. Bugün var oluştan kaçamayacağım gün. Bugün türüme lanetleneceğim gün.
Karanlık parçalarda yaklaşan son, öngörülmeye müsait.
İçimdeki dayanılmaz his, gece saat on iki olmadan, ruhum bedeniyle kavuşmadan adımlarımı kontrol etmek istiyor. Ve ben buna izin vermek istiyorum. Peri bedenimin ruhumla birleşeceği zehirli okları yaklaşırken Avrili görmek istiyorum. İnancın kokusunu aldığım insanımı görmeye ihtiyacım var. Ruhumun son bir defa beslenmeye ihtiyacı var. Bir zamanlar insanım olan insanı görmeye ihtiyacım var. Oldukça farkında olduğum bir durumun içerisindeyim. -Farkında olmamak imkansız.- Avrili görmemem gerekiyor fakat bu fikir bana iyi gelmiyor. Avrili görmeliyim. Avrili tüm varlığımla görmek istiyorum. Kendimi lanetlenerek var olacağım ölüm günüme kadar içinde sakladığım odamdan çıkıp onu görmeliyim. İsteğimin ne kadar doğru, ne kadar yanlış olduğunu bilmiyorum... Ben, sadece görmek istiyorum. Görmem gerektiğini hissediyorum. Bugün uyumadan uyandığımda, on dokuz gündür çektiğim acıdan farklı bir acı hissettim. Ruhuma gelen bir çekim var. Tuhaf ve oldukça da rahatsız edici. Ürkütücü. İçimde giderek büyüyen korkutucu his, beni Avrili görmeye zorluyor. İçimdeki korkutucu hissin yanıltıcı olmadığını fısıldıyor Tanrı. Ruhumun ışıkları birer birer sönerken, Tanrı'nın ışığının sönmemesi zaman aralıklarında beni rahatlatan tek inanç. Bu inanca inanıyorum.
Ruhuma gelen korkutucu çekim, beni ayağa kaldırmayı başardı. -Belki de beni ayağa kaldıran Tanrı'nın fısıldayışıdır.- Dolabıma yönelip çıplak bedenimi giydirmeye karar verdim.
Beyaz sade bir elbise dikkatimi çekti. "Ölüm günüme yakışır bir elbise," diyerek elbiseyi kafamdan geçirdim. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken, rastgele bir siyah ayakkabı alıp giydim. Bir elimin tersiyle yanaklarımdaki ıslaklığı silip odamdan çıktım.
Kampüse geldiğimde doğruca vakit kaybetmeden Avrili aramaya koyuldum. Önüme düşen saçlarım, gözyaşlarımın birazını saklıyordu. -Gözyaşlarımı durduramadığım için saçlarımın varlığına minnettarım.- Ama bu durum, insanların bana bakmasını engellemiyor. Umurumda olmadığı için kendimi sorumlu hissetmiyorum.
Kampüsün neredeyse her yerine baktım ama Avril hiçbir yerde yoktu. Bakmadığım tek bir yer kalmıştı. Kampüsün kafeteryası. "Eğer kafeteryada da yoksa evine gideceğim" diye mırıldanarak yürümeye koyuldum ancak bir el beni durdurdu. Joseph.
Ben kim olduğunu bildiğim için arkama bakmayı istemeyerek tekrar yürümeye koyuldum ama Joseph bu defa da önüme geçti. Benim aksime simsiyah giyinmişti. Siyah tişörtünün omzunda bir leke varmış gibi eliyle orayı temizleyerek, "Avril'in nerede olduğunu biliyorum" dedi. Avrili aradığımı nereden biliyor? Oldukça emin konuşuyordu. Ya da bilmiyorum, belki de beni kandırmak hoşuna gittiği için kendince bir tür oyun oynuyordur.
Önüme düşen saçlarımın arasından Josephe kaş çatarak bakıyordum. Eğer benimle oyun oynuyorsa şuracıkta dilini ondan alırım.
Düşüncelerimi duymuş gibi, "dur bir saniye... bana yalan söylüyormuşum gibi bakmamalısın" dedi. Yalan söylemediğini nereden bilebilirim... Joseph'in güvenilmez bir iblis soyundan gelmiş olduğunu düşünüyorum. Düşüncelerimde hiçbir zaman yanılmamışken şimdi onun sözlerine nasıl güvenebilirim?.. Hem de zamanım daralmışken...
Aklımdaki karmaşıklıktan çıkıp, "pekala... bana Avril'in yerini söyle" dedim. Bunu söylediğime inanamıyorum ama başka çarem yok gibi görünüyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morgan Clark
Roman d'amourYirmi bir Mart gününde hücreye hapsedildim. Kilit vurulurken bir ses fısıldandı. "Ölümün hücreden çıkacağın gün." Artık tek başımaydım. Çaresizdim. Karanlık duvarlar ürkütüyordu.. Sessizlik her saniyeye yayılırken, dünya beni çağırıyordu. Lanetl...