8. Bölüm
Okula geldiğimizde derse daha yirmi beş dakika filan oluğu için Avrille kafeteryaya gidip kahve almaya karar verdik.
Kafeteryaya giderken herkes bana çok farklı bakıyordu. Hayır, hayır bize çok farklı bakıyorlardı. Avril herkesin bana olan bakışını fark edince elini belime sardı. Sahiplenici hareket. Derin bakışlarından ateş kıvılcımları çıkarır gibi millete bakıyordu. Sanki kafasının içinden, "o benim, ona bakmaya devam ederseniz gözlerinizi oyarım" diyordu. Bakışlarıyla adeta bunları aksettiriyordu. Hoşuma gittiğini inkar edemezdim.
Filtre kahvelerimizi alıp bahçeye çıktık. Gri bulutların arasından nadir görünen güneş, gökyüzüne Avril detayını katıyordu. Çimenliklere oturup sırtımı Avrile dayadım. O da koluyla karnımı sarmıştı. Sessizlik. Sessizdik. Fakat bu sessizliğimiz bunaltıcı bir sessizlik değildi. Huzurun sessizliğiydi. Aşkın sessizliğiydi. Birisi, "Morgan" diye seslendiğinde huzurlu bölgemden çıkıp irkildim. Türü belirsiz Joseph! Aniden bağırılmazdı ki ama. Beni korkutmuştu.
Joseph, eğilip beni elimden tutarak ayağa kaldırmaya çalıştığında Avril sinirli bakışlarıyla eline sertçe vurdu. Joseph, neye uğradığını şaşırdı ama yüzündeki o ifadeyi hemen sildi. Elimi ne diye tutmaya çalışmıştı ki aptal. Aferin benim sevgilime, ne de güzel elini ittirdi öyle...
Ben Avrile sinsi ve tatlı bakışımı atarken Joseph, sarı sweatshirtünün omuzlarını silkerek karşımıza oturdu. Pis pis sırıtarak, "ah Morgan... o kadar güzel olmuşsun ki gözlerim kamaşıyor. Güneş gibi parıldıyorsun" dedi. Amerikan domuzuna gözlerimi kısarak bakıp iltifatına sessiz kaldığımda ekledi. "Ee... yarın gidiyoruz değil mi?" Nereye gidiyorduk? Bu Joseph neyden bahsediyordu ve niye öyle gülüyordu? Bir sokak faresi gibi sırıtıyordu.
Amerikan domuzu.
Avril, benim yerime cevap vererek, "sana seninle gelmeyeceğini o gün söylemiştim Joseph" dedi. Bu ikisi neyden bahsediyordu?
Joseph, bir suçlu gibi ellerini havaya kaldırarak sordu. "Bu soruya Morgan'ın cevap vermesi gerekmiyor mu?"
Evet bu soruya benim cevap vermem gerekiyordu fakat nereye gideceğimizi bilsem cevap verecektim ama bilmiyordum o yüzden kafamdaki soruyu Josephe yönelttim. "Yarın nereye gidiyoruz?"
Avril, "bir yere gitmiyorsunuz" dediğinde Joseph de aynı anda, "Barringtona" dedi. Ah, evet şu gezi. Kampüsün ayarladığı gezi. Şimdi hatırladım. Joseph ilk teklif ettiğinde, Avril yine aynı tepkiyi vermiş benim yerime gitmeyeceğimi söylemişti. Ben ise Avril'in inadına Josephe, teklifini kabul edip onunla gideceğimi söylemiştim. Ama şimdi onunla gitmek istemiyordum. Amerikan domuzuyla bir seyahat yapmak ıstırap verici bir fikirdi. Ama Avrille gitmek ıstırap verici bir fikir olmazdı. Bu kesinlikle müthiş bir fikirdi.
"Evet o geziye gidiyorum" dediğimde Joseph, Avrile pis pis sırıtırken Avrilde Josephe her an yumruk atacakmış gibi bakıyordu. Fakat bir sonraki söylediklerimde roller değişmişti. Avrile sadece biraz şaşkınlık katılmıştı o kadar. "O geziye Avrille gidiyoruz." O nasıl benim hakkımda kararlar veriyorsa ben de onun hakkında kararlar verebilirim. Şimdi terazi dengelenmişti.
Joseph öfkeli sessizliğini koruyup sweatshirtünün koluyla oynarken Avril, "hayır, o geziye gitmiyoruz" dedi.
Avril'in kolunu çekip ayağa kalktım. Saçlarımın bir tarafını, annemin yaptığı gibi havalı bir şekilde geriye doğru savurarak, "öyleyse ben de o geziye Josephle giderim" dedim ve arkama bile bakmadan yürümeye başladım. Şu anda bu söylediğimden emin değildim ama yine de söylemek istedim. Barringtonda, Avrille güzel vakit geçirebilirdik ama o bunu reddetmişti. Bakalım bu reddedişinden sonra bana dokunabilecek mi? Denemeye bile kalkamaz. Ki eğer denemeye kalkarsa boğazını sıkıp onu nefessiz bırakırım. Bunu yaparım. Yapmam. Yaparım. Yapmam tamam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morgan Clark
RomanceYirmi bir Mart gününde hücreye hapsedildim. Kilit vurulurken bir ses fısıldandı. "Ölümün hücreden çıkacağın gün." Artık tek başımaydım. Çaresizdim. Karanlık duvarlar ürkütüyordu.. Sessizlik her saniyeye yayılırken, dünya beni çağırıyordu. Lanetl...