chapter 38: Blue Boite

696 66 86
                                    

"Bunlar çok fazla..." Lea giyinme odasında, askılara bakıyordu.
"Bu çanta... Sonraaa... Bu ayakkabının markasını bile bilmiyorum." dudak büktü. "Yani kesinlikle çok pahalı."
Kızın son cümlesiyle Tom yüksek sesli bir kahkaha attı. "Bilmemen pahalı mı demek oluyor? Öyle mi küçük İspanyol kız?"

"Bana şöyle deme! Hem yanlış mı yani?" kız Tom'a dönüp yalandan gıcık olmuş bakışlar attı.

"Hımm?" Tom duymamış gibi gözlerini kıstı, genç kıza doğru eğildi. "Sesin yukarıya gelmedi de."

"Tom!" adamı tişörtünün yakalarından tutarak aşağı çekti, ama bunu yapmasıyla birlikte sıcak dudaklar, dudaklarına yapıştı. Onu öperken sanki hafif bir gülümseme vardı Tom'un yüzünde.

Geri çekildiğinde kızarmış dudaklarını yaladı. "Seni aşağıda bekliyorum, sevgilim."

Giyinme odasından çıkarken Lea seslendi,
"Sen keşke unicornlu pijamalarınla gelsen!" gülüşlerin ardından askıya uzandı.

Kız merdivenlerden aşağı inmeyi bitirdiğinde Tom bir süre sadece ona baktı.
Bu nasıl bir güzellikti? Nasıl hem çok tatlı olurken, hem de böylesine baştan çıkarıcı görünebilirdi?

Kırmızı, mini elbisesi zarif vücuduna tam olmuştu. Yer yer açık, yer yer koyu kahverengi olan saçları uzun dalgalar halinde omuzlarından dökülüyordu. Sol elinin kırmızı ojeli parmakları, omuzuna taktığı çantada gergince geziniyordu. Belki de o topuklularla yürümekte oldukça zorlandığı içindi.
Ama buna rağmen harika görünüyordu. Tom için ulaşılmaz bir güzellik gibiydi, ama buradaydı işte. Onun yanındaydı. Ona aitti.

"Aşkım?" Tom'un konuşmamasıyla daha da gerilmişti genç kız, sevgilisinin yanına ulaşır ulaşmaz başını kaldırıp çekingen bakışlarla baktı. "Acaba daha az topuklu bir şey mi giysem? Her türlü benden uzunsun nasıl olsa, zorlamasam mı?"

Ah, demek o yüzden topuklu giyiyordu.
"Hayır sevgilim, böyle mükemmelsin. Ben şimdi birine arabaya spor ayakkabı koymasını söylerim, canın acırsa onları giyersin."

"Harikasın." Lea gülümseyerek Tom'a doğru yükseldi, dudaklarına yaklaştı ama durdu. Mat kırmızı ruju bozulacaktı şimdi... Ya da bozulacak mıydı?
İlk kez bu evde kullandığı bu ruj da değişik bir markaya aitti, sürüşü öyle kolay ve pürüzsüz olmuştu ki Lea şaşırmıştı. Belki bozulmayacak, özel bir yapısı vardı.

Yine de kısa bir öpücük kondurarak geri çekildi, gözlerini birkaç saniye boyunca Tom'da gezdirdi.
Beyaz bir gömlek ve siyah ceket giymiş, saçlarını arkaya atmıştı, ona bakan gözlerinde bu kez duvarlar yoktu. Tatlı bir heyecanla karışmıştı mutluluğu, sağlıklı görünen yüzünde mavi gözleri, iki tane misket gibi parlıyordu. Duruşundan ve havasından asalet akıyordu, asalet ve kibarlık.

"Ah, çok iyi görünüyorsun." gülümsedi genç kız, sonra başını iki yana salladı. "Umarım yanına yakışıyorumdur..."

"Umarım ben senin yanına yakışıyorumdur," dedi Tom, düzelten bir sesle. Sonra arabaya doğru yürürlerken, aklına bir şey gelmiş gibi ekledi. "Bir gün Siete Portes'e yemek yemeğe gideceğiz aşkım, unutma. Gidebiliriz demiştin."

"Ne? Ben mi dedim?"

"Evet, Londra'daki evde. Paella'yı beğendiğim için..."

"Ah, Tom, kaç ay geçti. Sendeki de ne hafıza ama."
İngiliz onun arabaya binmesine yardım ederken gülümsedi. "Senin hakkında hiçbir şeyi unutmam." Sonra kaşlarını kaldırdı. "Yani gideceğiz, değil mi?"

"Gideceğiz, söz." Lea hafifçe gülümsedi, kendi tarafındaki cama doğru başını çevirdiğinde bu gülümseme yok oldu.

Kış aylarında olmalarına rağmen Barcelona'da hava bugün o kadar soğuk değildi, yağmur da yoktu. Tepeden sahile doğru indikçe şehrin ışıkları cama yansıdı.

obsessive Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin