"İskoçya'da iyi eğlenceler, anne."
Bayan Diana kapıdan çıkarken ellerimle oynuyordum. Bu iki İngiliz neredeyse hiç konuşmayarak sütlü çaylarını içmişler, bakışlarını buluşturmamaya çabalamışlardı. Onlara uyum sağlayarak hizmetçi kızın getirdiği "yağsız sütü" fincanıma eklemiştim ve sessizliği bozmamıştım.
Annesinin ona bozulduğu açıktı ama Tom bunu görmezden gelmişti, son ana dek. Ve bunun sorumlusunun ben olduğumu da biliyordum.Kapı kapandığında sağ tarafımdaki Tom'a baktım. İnce, uzun parmaklarıyla bir fincan daha çay dolduruyordu.
"Sen de ister misin aşkım?" başımı iki yana salladım. Sütünü eklerken gülümsedi.
"Süt eklemek zorunda değilsin. İstersen sadece çay iç?""Çayı boşver," atıldım.
"Ona çok kaba davrandın, bir özür bile dilemedin. Nasıl bu kadar umursamaz davranabiliyorsun?""Umursamaz mı? Ben mi?" gülerek başını iki yana salladı, ardından sütlü çayından bir yudum aldı.
"Evet sen?" bu tavrına sinir olmuştum, ayrıca kendimi suçlu hissediyordum.
"Lea, Lea." aniden fincanını bıraktı ve yüzümü ellerinin arasına aldı.
"Bak, ne kadar mutluyum. Artık başka insanlar hakkında konuşmayı kesebilir miyiz?""Başka insanlar dediğin annen?" sesim yüksek çıkmıştı.
"Elbette." alnıma dudaklarını bastırdı. Kafamda soru işaretleriyle ona bakarken, ince dudaklarının arasında beyaz dişleri gözüktü.
"Ama şimdi sen buradasın. Benim aşkım burada." yüzünü yüzüme değdirdi, ardından sürttü. Hala gülümsüyordu.
Nefeslerini yüzümde hissettikçe kalp atışlarım hızlanıyordu, ama kafam öyle karışıktı ki.Çok güçlü bir şekilde beni koruma refleksi vardı, bu açıktı. Her zaman için iyi olmamı istiyordu. Biri bana zarar verince ise o kişiye tolerans gösteremiyordu, annesi olsa bile.
Peki ben? Ben ne hissediyordum?
Ben de onun iyi olmasını istiyordum. Hasta olduğunu düşündüğümde çok korkmuştum, berbat hissetmiştim. Bunun nedenleri arasında suçluluk duygusu hissetmem de vardı ama tek nedeni bu değildi.
Ayrıca evet, o eğlenceli değildi, aslında ciddi biriydi. Ama yine de beni güldürüyordu ve garip bir şekilde eğleniyorduk."Annene bağırman hoşuma gitmedi." mırıldandım. Sesim de bedenim de yumuşamıştı.
"Hımm." dudaklarını sırasıyla yanağıma, şakağıma ve dudaklarıma bastırdı. Hafifçe gülümserken kollarımı boynuna sardım.
"Beni kovduğun zamandan bu yana fikrin bayağı değişmiş," güldüm. Çok yakın olan gözlerine pişmanlık ve üzüntü yayıldı. Tanrım, bu bakışları çok şirindi.
"Çok sinirliydim," fısıldadı.
"Neden sinirli olduğumu biliyorsun. Bildiğini biliyorum.""Biliyorum." başımla onayladım.
"Ama yapamazdım, bunu da senin biliyor olman gerekirdi. Anlaman gerekirdi," başımı biraz uzaklaştırıp gözlerimi yere indirdim."Beni nasıl bir duruma soktuğunu bilmiyorsun. Arkadaşlarım senin için önemli değil belki, ama benim için önemliler... Kimse bana inanmıyordu, hayatımdaki en inanılmaz gece hakkında konuşup hislerimi paylaşabileceğim kimse yoktu." omuz silktim.
"Her şey hayal gücümün ürünü gibiydi... Delirmiş gibi hissettim.""Öyle mi hissettin?" baş parmağı nazikçe yanağımda gezindi. Gözlerimi yeniden kaldırıp ona baktığımda kaşlarım çatıldı, çünkü bana çok değişik bakıyordu, çok yoğun, derin, sanki bakmaya bile kıyamıyormuş gibi.
"Ben de öyle hissettim..." başını saçlarıma dayayıp derin bir nefes çekti.
"Seni buraya iznin olmadan getirmek hiç uygun değildi, biliyorum. Ama yapamıyordum aşkım... Yemin ederim yapamıyordum." sesi titriyordu.
"Mutlu olmanı istiyorum, benimle neden gelemediğini biliyorum. Tabi ki biliyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
obsessive
Fanfictionİngilizin gözlerinin altındaki çöküklerde gezdirdi genç kız zarif parmaklarını. Ondan bir hayli gençti, ama nazik dokunuşlarında bir anne şefkati vardı. Tom, yüzünü ona eğdi. Bu dokunuşlara tüm yüzünün, hatta bütün hücrelerinin ihtiyacı vardı. Tüm...