chapter 31: the funeral

795 75 143
                                    

"Bir parfümü bulmaktan acizsiniz," dişlerinin arasından sinirle fısıldadı, avucunun içindeki telefonu sıktı.

"Dediğim gibi Bay Hiddleston, parfüm Disney'de üretimden kaldırılmış. Onun yerine ona çok benzeyen-"

"Başka bir parfüm istemiyorum!" sakinleşmek adına sigarasından bir nefes çekti. "Siktir git Mark! Bir işi beceremediniz!" Karşı taraftan ses gelmeden telefonu kapattı, üflediği duman Londra'nın kapalı, karanlık havasına karıştı.

Kilisenin arka kapısının önündeydi, ön kapıyı paparazziler kaplamıştı, bu yüzden biraz sigara içip nefes almak için buraya gelmişti. Siyah güneş gözlüklerinin ardında, sinirle parlayan gözleri sakinleştikçe bakışlarına yeniden duygusuzluk hakim oldu. Stabil bakışlarla kısmen boş yola baktı, kafasında tilki gibi düşünceler dolanıyordu.

İçeri girdiğinde kilisedeki sıralar dolmuştu, az önceki sessizlikten sonra kulağına dolan konuşma sesleri onu rahatsız etti, belli belirsiz yüzünü buruşturdu. Önde, kendisine ayrılan sıraya oturduğunda hemen yanındaki babasıyla göz göze geldiler.
Bay James gözlerini oğlunda gezdirdi, hiçbir zaman sarılıp birbirlerine destek olacak türden bir ilişkileri olmadığını biliyordu. Onun bir oyuncu olmasına engel olmaya çalışmıştı, başka bir meslek edinmesini istemişti. Evet, Tom şimdi oyunculukta başarıya ulaşmıştı, ama gerçekten başarılı biri gibi mi görünüyordu? Bay James onunla en son neşeli bir sohbet ettiği zamanı hatırlamıyordu bile, ve sanki zaman geçtikçe daha mesafeli, daha soğuk birine dönüşmüştü Tom. Ama bu sorun değildi, çünkü babası Bay James de sıcak biri sayılmazdı. Aralarındaki ilişkinin bu durumu onu zaman zaman rahatsız etse de, asla düzeltmek için bir adım atmamıştı.

Yine atmadı. Oğlu güneş gözlüklerini çıkarırken sadece birbirlerine başlarıyla selam vermekle yetindiler.

Papaz konuşmaya başladığında Tom etrafına baktı, gözleri kız kardeşlerini aradı. Ama ikisi de etrafta görünmüyorlardı. Sıkıcı konuşma devam ederken bir sigara yakmayı diledi, keşke kilisede sigara içmek uygunsuz ve yasak olmasaydı.

İncilden kupleler sonunda bittiğinde, konuşma yapılması için kürsü boşaltıldı. Birazdan Sarah ve Emma göründü, Emma ablasının koluna girmiş, yürümesi için yardımcı oluyordu. İki kadın da çökmüş ve bitap düşmüş görünüyorlardı.

Büyük kız kardeş tabutun ve çiçeklerin yanında, ahşap zeminde zorlukla ayakta durdu. Dağınık bir şekilde toplanmış sarı saçlarını beceriksizce düzeltti ve mikrofona yaklaştı.

"Annem... Annem bizi çok severdi," ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
"O aynı zamanda bize öğütler veren bir arkadaşımızdı, her zaman yanımda olan bir melek gibiydi. Şimdi o olmadan yaşamaya devam etmek..." hıçkırığını önlemek için ağzını kapattığında, kilise salonunda, yüksek kubbenin altındaki sıralarda oturan yüzlerde gezindi yaşlı gözleri.

Emma... Emma ağlıyordu. Küçük, tatlı kız kardeşi. İyi ki vardı, iyi ki her zaman onun yanında olacaktı.

Fakat Tom... Tom'a baktığında gözleri fal taşı gibi açıldı, bir an için delirmiş gibi göründü. Çünkü adamın gözlerinde hiçbir duygu yoktu, üzüntü, özlem, şaşkınlık, en azından hafif bir hüzün... Hayır, hiçbiri yoktu. Gözleri buz gibi soğuk ve ifadesizdi.

İşte o an anladı. O an bunu yapanın erkek kardeşi olduğunu anladı.

"Sen! Sen yaptın!" ağlıyordu.
"Biliyorum! Senin yaptığını biliyorum!" çatlayan sesi mikrofon sayesinde tüm kiliseyi doldurdu, kocası Bay Yakov ve arkadaşı Janet yanına koşup kadını tuttular.

obsessive Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin