"Kısa gerilim hikayelerini İngilizce'den İspanyolca'ya çeviriyorum, İngilizcemi geliştirmem için de iyi oluyor. Sanırım bu en sevdiğim şeylerden biri."
...
"Bu kim? Çevirilerle ilgilenen kişilerden biri mi?"
"Hayır, onu tanımıyorum. İşte bu kız, çeviriler için bana arada bir yardımcı oluyor. O da İngilizcesini ilerletmek istiyormuş."
...
"Kast etmek, bir şeyi demek isterken. İma ederken mesajı gizli veriyorsun. Aynı şey değil, Lea."
...
"'Küçük kız başına geleceklerden habersiz, çiseleyen yağmurun altında yürürken adımlarını sayıyordu. Şehre inmiş sis ona bir şeylerin ters gittiğini anlatır gibiydi.' Yazdın mı?"
..."Teşekkür ederim Tom!" çeviri bittiğinde cıvıldadım. Bana çeviri yaptırmıştı, hatta az İspanyolca bilgisine rağmen biraz çeviri kullanarak ve biraz da bana sorarak neredeyse tüm çeviriyi o tamamlamıştı. Ona çeviri yaptığım blogtan bahsetmem kesinlikle iyi bir fikirdi. Bir süre sakince oyalanmıştı.
"Rica ederim, sonra tekrar yaparız." laptopu kapatıp bana döndü.
"Ama senin yapman daha önemli. İngilizceni geliştirmelisin.""İngilizcem kötü mü?" güldüm. Başını iki yana salladı.
"Kötü değil. Sadece daha iyi olabilir. Ve çok karışık bir aksan kullanıyorsun."
"Bunu tahmin etmiştim..." yine güldüm.
"Harry Potter ve Friends bağımlısı olmanın zararları.""Başka neleri seviyorsun?" sorusuna karşılık parmak uçlarımı saç diplerimde gezdirdim.
"Başka neyi seviyorum? Bir sürü şeyi." omuz silktim. Ama soran gözlerle bakmaya devam ediyordu.
"Hımmm, dizi olarak mı? The Alienist ve umm, The Office'i de severim. Senin oynadığın filmleri kız kardeşim bana hep izletmeye çalışır. En azından çoğunun adını duymuşumdur. Sonra... Yemek yemeyi de severim. İtalyan mutfağını özellikle..." hala meraklı gözlerle bana bakıyordu."Şey bir de, klasiklerle ya da şiirle aram yok. Üzgünüm."
Bir nefes verdi.
"Herkes aynı şeylerden hoşlansaydı bir süre sonra konuşacak hiçbir şey kalmazdı."
Kıkırdadım. "Doğru.""Lea." aniden ellerini omuzlarıma koydu.
"Aşağı katta jakuzi var. Girmek ister misin?""Jakuzi mi?" sanki hayatımda ilk kez duymuş gibi, aptal bir soru sordum. Oysa birkaç kez en yakın arkadaşımla beraber bir otelin jakuzisine gitmiştik, hiç girmemiş değildim.
"Jakuzi. Rahatlatıcı havuz."
"Biliyorum!" cıvıldadım. Güldü.
"Güzel. Hazırlanınca aşağı gel. Seni aşağıda bekliyorum."
Kanepeden kalktı. Hemen ayağa fırladım.
"Tom!""Yavaş." belimi kavrayarak üstüne düşmemi engelledi.
"Seni nasıl bulacağım? Yine kaybolabilirim, bu ev gerçekten çok büyük." kelimeleri hızlı hızlı sıraladım. Kaşları hafifçe yukarı kalktı."İngiltere'deki evi görmelisin."
Nedensizce utandım. Belki de kafam hala güzel olduğundan, ev bana olduğundan büyük ve karışık gelmişti.
"Umm, pekala. Mutfağı biliyorsun, onu geçip sol taraftan yürü. Bir asansör göreceksin. En alttan bir üstteki düğmeye bas. Anladın mı?"
"Şey... hıhı." başımı salladım.
"Lea." nazikçe saçımı düzeltti.
"Mutfaktan sola, asansörde en altın bir üstündeki düğme. Tamam mı canım?" Ah, İngilizler ve 'canım' kelimesi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
obsessive
Fanficİngilizin gözlerinin altındaki çöküklerde gezdirdi genç kız zarif parmaklarını. Ondan bir hayli gençti, ama nazik dokunuşlarında bir anne şefkati vardı. Tom, yüzünü ona eğdi. Bu dokunuşlara tüm yüzünün, hatta bütün hücrelerinin ihtiyacı vardı. Tüm...