Araba ılık Barcelona sokaklarından geçerken, etraf neredeyse gündüz gibi aydınlıktı. Genç kız, beyaz tenli adamın elini hala tutuyordu ve arabanın siyah camlarının ardından dışarıya bakıyordu. Arabaların hızla geçtiği yol gözlerinde önce siyah bir banta, sonra da ipe dönüştü. Ağrıyan başını tuttu ani bir hareketle.
"Ben... Bu kadar sarhoş olmam normal mi?"
Tom iç geçirdi ve kızın elini sıktı, "Sorun yok. Sadece alışkın olmadığın için böyle hissediyorsun."
Lea başıyla onayladıktan sonra Tom'un omuzuna yasladı başını. Kumral saçlar omuzunda dağılırken, Tom onun kokusunu rahatlıkla alabiliyordu.
Neydi bu? Çiçek kokusu mu? Şeker kokusu mu?Eğildi ve biraz daha kokladı İspanyol kızının saçlarını. Kendini durduramıyordu, ciğerleri, kokladıkça daha fazlasını istiyordu.
Önde oturan şoför, bardaki kızları eve götürmek gibi huyları olmayan patronuna şaşkınlıkla bakarken Tom bu bakışların farkında bile değildi. Kokusunu içine çekmekle meşguldü.
"N-ne kokusu bu? Şampuanın mı?""Mmh, parfümüm olabilir..."
"Hangi parfüm bu?!" Tom hararetli bir sesle sorduğunda, omzunda uyuklamakta olan genç kız başını kaldırdı ve ona rahatsız olmuş bir bakış attı.
"Bilmiyorum. Bak, beni uyandırdın."
Tom şimdi daha da sinirli görünüyordu.
"Uyumaya devam etsene? Ve ne demek bilmiyorum? Kullandığın parfümü bilmiyor musun!"Yükselmiş sesi Lea'nın ağrıyan başı içinde çınladı.
"Çok kibar biri olduğunu sanıyordum..." başını tek eliyle tutarken söylendi. Diğer eli hala bu gergin adamın parmakları arasındaydı."Öyleyim, ne demek bu şimdi?" Tom yine memnuniyetsiz ve soğuk bir sesle konuştu, Lea bir nefes verdi ve elini çekip başını kalırdı. Karşısındaki kendi kendine yumuşamayacaktı, bunu anlamıştı. Tom'un çatık kaşlı yüzünü nazikçe elleri arasına aldı.
"Sakinleş bebeğim. Parfümü annem Paris'ten, DisneyLand'tan getirdi. Bu Hello Kity parfümü, ama adını tam olarak bilmiyorum." ardından parmakları, çatık kaşlarının üzerinde gezindi. Kaşları birazdan bu yumuşacık dokunuşlara dayanamadı ve düzeldi.
"İşte böyle..."Tom, yanaklarındaki küçük ellerin üstüne yerleştirdi ellerini. Yüzünü hafif hafif sürttü ellerine, kızın avuç içlerindeki sıcaklık yüzündeki tene yayıldıkça gözleri kapandı. Nasıl böylesine bir huzur verebilirdi?
"Hey, uyuyacak olan benim sanıyordum?"
"Ah..." Tom başını kaldırdı, ardından kızın başını kendi omzuna yasladı. Lea'nın kolları yavaşça ona sarıldı, zaten oldukça ağırlaşmış olan göz kapakları kapandı.
Gözlerini açtığında dev bir odadaydı, ve saçları Tom'un göğsünde dağılmıştı.
Elektrik çarpmış gibi bir anda doğruldu.
"Ben-ben?!"
"Şşş, sakin ol." Tom iki eliyle kızın dağılmış saçlarını düzeltti.
"Eve geldik, uyandırmak istemedim."Lea, yere kadar uzanan camlardan görünen manzaraya göz atarak doğruldu ve uyanmak adına kollarını gerdi.
"Rüya görüyor olma ihtimalim yüzde kaç?"Tom'un yüzünde alışık olmadığı, eğlenen bir gülümseme belirdi, "Benimkinden yüksek değil, endişelenme."
Kızdan bir kahkaha yükseldi. "Öyle mi dersin? Ünlü bir İngiliz beyefendisi olan sensin, Barcelona'daki bir barda arkadaşlarıyla içip sarhoş olmuş, arkadaşı üstüne kusmuş olan tuhaf kız da benim." Eliyle ağzını kapatıp biraz daha güldü, başını iki yana salladı.
"Tanrım... Ben gerçekten, artık susmalıyım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
obsessive
Fanfictionİngilizin gözlerinin altındaki çöküklerde gezdirdi genç kız zarif parmaklarını. Ondan bir hayli gençti, ama nazik dokunuşlarında bir anne şefkati vardı. Tom, yüzünü ona eğdi. Bu dokunuşlara tüm yüzünün, hatta bütün hücrelerinin ihtiyacı vardı. Tüm...