Asla hareketli biri olmamıştım.
Bir yerlere geç kaldığımda koşardım ancak, hiçbir spora da yeteneğim yoktu. Bunun için hiçbir zaman bir hevesim de olmamıştı. Hayatımın gidebileceği en hareketli nokta duraktan okula kadar koşmaktı.Bir kez bir silaha dokunmuştum.
Bu büyükbabamın silahıydı, onu anne tarafından akrabaları ziyaret etmek için Kolombiya'ya gittiğimiz bir yaz tatilinde, antikaların arasında bulmuştum. O çatı katındaki tozlu aynaya elimdeki ağır silahla bakmıştım; annemin iki örgü yaptığı saçlarım, kot salopetim ve elimde dimdik tuttuğum o şey. Ne olduğundan tam olarak emin olamadığım şey.
Buna rağmen tetiği çekmiştim, fakat tek duyduğum varla yok arası bir sesti. Çünkü silahta kurşun yoktu.O gün silahı elimden bırakmış ve tozlu sandığa geri koymuştum, sonra da bir daha elime hiç silah almamıştım.
Taa ki bu akşam, yaklaşık yarım saat öncesine kadar.O adamların kollarına ve bacaklarına sıkarken fena halde gözlerim yanıyordu, belki de çok ağladığım, belki de ağlamak istediğim içindi. Adamların hepsi sinirli ve acı dolu sesler çıkartırken, Natalia sonunda anahtarı deliğe ulaştırdı. Rahat bir nefes verdim, fakat bu rahatlık birkaç saniye sürdü.
"Sakın o kapıyı açayım deme." dedi Tom, göz göze geldik.
"Yeterince eğlendin, sevgilim." silahını kızlara doğrulttuğunda hiç düşünmeden ben de silahımı ona doğru kaldırdım."Hemen silahını indir, yoksa seni vururum!"
Bana kaldırdığı siyah kaşlarının altından baktı. "Lütfen vur Lea."
Nasıl biriydi böyle? Onun sadist olduğunu, aklını kaçırmış olduğunu zaten biliyordum. Ama ölmekten de mi korkmuyordu?
Başını çevirdi ve arka tarafa baktı. "Kızları vur Nick."
Tok bir düşme sesi geldi, ben de o tarafa baktığımda Nick eğilmiş, yerde silahını arıyordu.
Güldü. "Oh, tabancamı düşürdüm!"Fakat o henüz doğrulamadan, Natalia ve Chela kafeteryadan koşarak çıktılar.
Onların dışarı adım atmasıyla metalden bir kurşun yağmuru gibi silah sesleri duyuldu, şimdi içerideki Jax ve ben hariç herkes, delirmiş gibi ateş ediyordu. Kollarına ve bacaklarına sıktığım kurşunlara rağmen ateş ederek son kozlarını kullanıyorlardı, ama hiçbir kurşun isabet etmedi. Şükürler olsun, Natalia da Chela da özgürlüklerine koştular. Bu lanet kafeteryadan kurtuldular.
Kızlar artık görüş alanımızdan çıktıklarında zaferle gülümsedim, ama aniden gülümsemem dondu.
Sanki... Sanki omzuma bir direk saplanmıştı.
Oh, bu bir kurşundu. Bir kurşun omuzuma isabet etmişti.
Kan gittikçe çoğalırken kararsızca diğer elimi kanayan yerin üzerine koyarak yarayı kapatmaya çalıştım, kulaklarım uğulduyordu.
Elimdeki tabanca düştü.Böylece ikinci kez, tuttuğum silahı bırakmıştım.
"DURUN! Durun dedim, sizi aptallar!" Tom koştu, ona karşı koyamadan beni deniz kızı gibi kucağına aldı.
"Bırak beni," sesimin sert çıkmasına uğraştım ama bunu başaramadım.
"Çok üzgünüm..." burnunu çekti.
"Sevgilim, canım sevgilim. Her şey için özür dilerim senden." koyu İngiliz aksanı onu anlamamı zorlaştırıyordu, beyaz, kemikli yüzü gittikçe bulanıklaşıyordu.Başını kaldırıp anlamadığım bir şeyler bağırdı, kulaklarım öyle şiddetli çınlıyordu ki bir an için Tom'un bu çınlamayı duyup duyamayacağını merak ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
obsessive
Fiksi Penggemarİngilizin gözlerinin altındaki çöküklerde gezdirdi genç kız zarif parmaklarını. Ondan bir hayli gençti, ama nazik dokunuşlarında bir anne şefkati vardı. Tom, yüzünü ona eğdi. Bu dokunuşlara tüm yüzünün, hatta bütün hücrelerinin ihtiyacı vardı. Tüm...