Derin bir uykudan uyanmak eminim ki kimse için hoş değildir. Özellikle de sigaradan nefret eden biriyseniz ve burnunuza dolan sigara dumanı ile uyanıyorsanız.
Hala güneş doğmamıştı, bu ne uzun bir geceydi böyle?
İlk hissettiğim baş ağrısıydı. Sonra sıcacık bir yorgan, saçlarımda uzun parmaklar... Ama iç çamaşırlarım? İç çamaşırlarım yoktu!Bu rahatsız hisle aniden doğruldum, üzerimde sadece bir tişört vardı.
"İç çamaşırlarım nerde?" ah Tanrım, bir gün bu soruyla uyanacağımı hiç düşünmemiştim."Kurutma makinesinde. Yıkandılar."
Harika. İç çamaşırlarımı Tom Hiddleston'ın evinde yıkıyorum?"Ah..." parmaklarımla alnımı ovuşturdum düşünmeye çalışarak. Biz... Yapmamıştık değil mi? Aslında tam da yapacağımız sırada ben uyumuştum. Ve Tom ben uyurken bunu yapmamıştı?
"Ben... Uyudum değil mi?" aptalca bir soru sordum. Sigarasından bir nefes çekip gülümsedi. "Evet.""Hey," elimi sigarayı tutan eline uzattım.
"Söndür şunu. Sigaradan nefret ederim."
Kaşlarını kaldırdı.
"Bunun havalı olduğunu falan düşünmüyor musun?"
Omuz silktim. "Hayır?"
Bir nefes daha çekip sigarayı sehpanın üstündeki kristal küllüğe bastırdı. Sonra ayağa kalktı, yavaşça bana eğildi. Yine mutfakta yaptığı şeyi yapıyordu, beni inceliyordu. Ve ben yüksek ihtimalle korkunç görünüyordum.Buz mavisi gözleri dikkatlice bakarken rahatsız bir şekilde kıpırdandım. Aniden gülümsedi ve doğruldu.
"Şarap ister misin?"Biraz uzaklaştı ve bir dolabı açtı. Elinde uzun, ince bir şişeyle geri döndü.
"Tabi ki istersin. Bu bir Royal DeMaria." bir kadehe doldurup bana uzattı. Çekinerek aldım. Daha önce yılda en fazla iki-üç kez içen ben şimdi kendimi alkolik olmuş gibi hissediyordum."Beni yeniden sarhoş mu etmek istiyorsun?"
Güldü. "Hayır. Sadece sarhoşken bana bebeğim diyordun."
"Ah." çarpıcı sıvıdan birkaç yudum alıp ayağa kalktım ve ona doğru yürüdüm. Elimdeki şarabı dökmemeye çalışarak iyice kendime bakıp tişörtün her yeri kapatıp kapatmadığını kontrol ettim. Neyse ki yeterince uzun ve boldu.
Ona yaklaşırken gözleriyle beni takip ediyordu. Elinde benim gibi bir kadeh vardı. Ona ulaşır ulaşmaz kadehlerimizi dokundurdum.
"Klik." sesi taklit etti. Gülümsedim ve kadehimi ona doğru kaldırdım.
"Sana, Tom Hiddleston. Yani bebeğim."
Gözleri parladı, adem elması yukarı ve aşağı hareket etti.
"Lea."Gerçekten benden etkileniyor olabilir miydi?
Üç gerçek vardı; birincisi, o çok tuhaf biriydi, kesinlikle öyleydi.
İkincisi, benim nefes kesecek bir güzelliğim ya da çekiciliğim yoktu.
Ve üçüncüsü, bu lanet şarap cidden ağırdı."Bekle aşkım," uzaklaştı. Dediği şeyin etkisiyle gözlerim kocaman açılmıştı. Bana aşkım demişti?
Şaşkınlıkla gözlerimle onu takip ederken, küçük ama şık, ahşap oyma bir masaya eğildi. Masanın üzerinde tüm yüzeyi kaplayacak büyüklükte, antika bir plak duruyordu.
"Chopin'in bir noktürnü."
"Hmmm..." gözlerimi kapatıp müziği hissetmeye çalıştım. Bu çok... Çok hüzünlü bir melodiydi. Sanki tamamen üzgün, kederli notalar toplanıp bu parçayı oluşturmuştu."Ama bu çok üzücü," sesim çocuksu çıkmıştı. Yeniden bana doğru yürürken yüzünde uçuk bir gülümseme belirdi.
"Ama çok güzel." kadehi başına dikip bitirdi, ardundan ellerini belime yerleştirdi ve vücudunu hafif bir ritimle hareket ettirmeye başladı. Ben de bardağımı bitirip onun gibi masaya koydum, sonra da kollarımı yukarı uzatıp boynuna sardım. Yüzümü buruşturdum, bir anda içmek başımı döndürmüştü. Ve bu kadar uzun olması bana kendimi kısa hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
obsessive
Fanfictionİngilizin gözlerinin altındaki çöküklerde gezdirdi genç kız zarif parmaklarını. Ondan bir hayli gençti, ama nazik dokunuşlarında bir anne şefkati vardı. Tom, yüzünü ona eğdi. Bu dokunuşlara tüm yüzünün, hatta bütün hücrelerinin ihtiyacı vardı. Tüm...