Ev, kalbin nereye aitse oradadır. Cehennemin kendi zihnindir. Orada büyüttüğün düşünceler vakti geldiğinde çelme takmak için orada beklerler.
Ayakta olduğun sürece dostun vardır. Dizlerinin üstüne kapandığın an sana sırtlarını dönerler gölgeleri bir daha hiç aydınlığa ulaşamayacakmışsın gibi üstüne çöker. Nefes alamazsın. İçine atıldığın bu sonsuz çölde tek başına mücadeleni verirsin. Hayatta kalıp kalmayacağın sana bağlıdır.
Ben hayatta kalacaktım. Kalmalıydım. Daha bu dünyanın iyi yanını göremeden öylece bir rüzgara karışıp savrulamazdım.
Sabah olduğunda YoonOh henüz uyanmamıştı. Bir süre onun dingin yüzünü izlemiştim. O kadar huzurlu görünüyordu ki istemsizce elim havalandı ve alnına doğru düşmüş yumuşak tutamlarına dokundum.
Dün çıkardığım kıyafetleri sessizce giyinip evden ayrıldım ve avukatın ofisine uğradım. Babam arada bir gösterdiği düşünceli tavrı ile bana biraz para bırakmayı ihmal etmemişti.
Polis karakolundan ifademi verdikten sonra çıktığımızda babam ve annemin durumu ile ilgili herhangi bir gelişme olursa beni bilgilendirmesini isteyerek avukatla vedalaştım.
Öğleye doğru YoonOh'dan gelen yüzlerce aramadan birine dönmüştüm.
Ondan önce Lee ChungHee'yi birkaç kez aramıştım ama işi bittiği için aramalarıma cevap verme gibi bir zahmette bulunmamıştı.
Gezindiğim haber sitelerinde son dakika haberi olarak yer almıştık. Ülkenin saygın iş insanının böylesine bir suça karışması uzun süre daha konuşulacağa benziyordu.
Bu olay patlak verince iş birliği yaptığım tüm şirketlerle olan anlaşmalarımın feshedildiği haberi bir eposta ile bildirilmişti. Korumaları gereken bir itibarları vardı ve buna hak veriyorum. Zaten modellik kariyeri pek benlik bir şey olmadığı için üzülüp sızlanacak durumda değildim.
Çalan telefonu kulağıma götürdüğüm ilk anda yüzümü buruşturarak geri çekmiştim. "Neredesin sen Yoora? Hiçbir haber vermeden nasıl öylece gidebilirsin?"
YoonOh'un yüksek perdede çıkan sesi kulak zarımı eritecek cinstendi. Bir an telefondan çıkıp karşımdaymış gibi yüksek çıkmıştı.
"Sana da merhaba YoonOh. Günün nasıl geçiyor? Benimki harika." dedim yapmacık bir sesle.
Bir taksi çevirip binmiştim. Halletmem gereken diğer işlerimden önce gidip kendime yeni bir şeyler almam gerekiyordu. Tüm gün boyunca dünden kalma kıyafetlerle gezecek değildim.
"Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Sen daha birkaç gün önce kaçırıldın. Babanın durumu ortada iken elini kolunu sallayarak öylece etrafta dolaşamazsın. Hemen eve gel!"
Elimi alnıma vurdum. "İyi ki hatırlattın. Benim gün içerisinde eve de uğramam gerek ama bu oldukça gizli bir görev. Malum hala kapısı mühürlü." kendi kendime gülerek kafamı iki ana salladım. "Sanki içinde atom bombası saklıyoruz."
Hayret dolu bir mırıltı çıkardı. Bir kapının gürültüyle açılıp aynı gürültüyle kapatılma sesi geldi. Anlaşılan evden çıkmıştı. "Söyle neredeysen ben geleyim. Senin aklından geçen tehlikeli fikirlerin sesini duyuyorum."
Dudağımı ısırdım. "Bir saat sonra eski evimin önünde buluşuruz." Taksi durduğunda. "Sonra haberleşiriz. Öpüyorum." Telefonu kapattığımda son dediğime gözlerimi devirdim. Sanki MiCha ile konuşuyordum.
Sahi MiCha acaba o şu an ne yapıyordu? Tüm bu olanlara rağmen bir kez merak edip aramadığına göre arkadaşlığımız gerçekten bitmişti. Ayrıca ailesinin bir daha benimle iletişime geçmesine izin vereceğini sanmıyordum. Ne de olsa aranan bir adamın kızıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in the Darkness
FanfictionKim Yoora hayatını belli planlar doğrultusunda yaşardı. Ansızın karşısına Jaehyun çıktığında o planları kendine göre şekillendirdi ama gidişi ardında bir yıkıntıdan daha fazlasını bırakmadı. ... "Onu ilk gördüğüm an, anlamıştım onda farklı şeylerin...