Bir insan ne kadar incinebilirdi? Ne kadar düz yolda koştuğu halde tökezleyebilirdi? Yazılmış kaderinden kurtulabilir miydi?
Neyin kaldı geriye, diye bir ses soruyordu acımasızca. Kelimelerine zehir damlatmış, dilini ise bileylemişti. Neyin vardı ki?
Hava o gece daha soğuk, rüzgar daha keskindi sanki. Kalbimde esip geçen acının geriye bıraktıkları taşıyamayacağım kadar ağırdı artık.
Buz gibi olmuş parmaklarıma eşlik eden kızarıklıklar bir süre sonra uyuşmuştu. Ellerimde tuttuğum telefonumun ekranı ise karanlıktı. Bir başıma kalmıştım yine. Gidecek bir yerim bile yokken saatlerce sokaklarda ne yaptığımı bile bilmeden dolaşmış, en sonunda da bulduğum bir banka öylece oturmuştum.
Ailem dediklerim kara para aklama suçundan aranıyordu, kendilerini kurtarmak için kaçmışlardı ve tüm bunlardan bir avukat sayesinde haberdar oluyordum.
Daha birkaç saat önce her şeye sahip olduğumu düşünüyorum, şimdi ise bir hiçtim.
Ailesi için bile bir hiç iken nasıl birileri için her şey olabilirdim?
Gece HaEun ile yaptığımız konuşma aklıma geldi, ardından da ChungHee'nin arabasında amcasıyla yaptığı konuşma.
O gülüş, o ses tonu, adımı söyleyiş şekli beni o güne götürmüştü. O masa başında konuştuğum adam HaEun'ın babasıydı. Avukat beni kaçıranlarla babamın durumundan sorumlu olan kişilerin aynı olabileceğini söylemişti. Bu kadar yakındalar mıydı? Gözlerimin önündeyken hiçbir şeyden habersiz bir aptalı oynamıştım.
Ailemizin içine bir dost gibi sızarak bilgi toplamış ardından ilk açığını bulduktan sonra sırtından vurmuştu. Bunu yapan ChungHee'ydi. Ona karşı bu kadar soğuk olduğum için suçluluk duyarken o arkamdan kuyumu kazmıştı. Para için, şöhret için, daha fazla yükselmek için. Yükselmek... Sanki hiç toprağa karışacak kül taneleri olmayacakmışız gibi.
En sonunda kafamın içindeki tüm o gürültüyü bozan, telefonumun zil sesi olmuştu. Saatlerdir kimse aramadığı için ve arayacak kimsemin de olmayışıyla kapkaranlık olan ekranı gözlerimi kamaştıracak kadar aydınlanmıştı.
Kayıtlı olmayan bir numaraydı ama ezberimdeydi.
"Yoora." dedi tanıdık olan o ses. Nerede olursam olayım duymak istediğim o ses. Aldığı nefeslerden bile tüm o gürültünün içinde tanıyacağım o kişiydi.
Tüm kalbimin sahibi olmasına rağmen hiç şüphesiz en çok acı verendi de. "Neredesin? Söyle yanına geleyim."
Demek haberdar olmuştu olanlardan. Muhtemelen şu an herkes uyumadan, hiç yorulmadan bu rezil durumu konuşuyordu.
En başından beri Jaehyun'un benim bilmediğim çok şeyi bildiğini düşünüyordum. Bir şekilde o çıkılmaz gibi olan labirentte dönüp dolaşım tüm sorularımın cevabı onda çıkıyordu.
O an aklımdan gelme, istemiyorum, beni yalnızlığım ile baş başa bırak gibi düşünceler geçse de en sonunda bulunduğum yeri söylemiştim.
"Oradan bir yere ayrılma Yoora. On dakikaya oradayım." dedi. Telefonu kapattıktan on dakika sonra da gerçekten gelmişti.
Sessizce banktaki boş yere oturduğunda üstündeki ceketi çıkararak elbiseden dolayı açık olan dizlerimin üstüne kapattı. Bir anlık sıcak parmak uçları buz gibi olmuş tenimle temas edince ürpermiştim.
"Neden bu soğukta oturuyorsun? Buz gibi olmuşsun, hasta olacaksın." dedi çocuk azarlayan bir sesle.
Yutkunmaya çalıştım. Ceketinin sıcaklığı anında dizlerimdeki uyuşukluğu hafif bir karıncalanma hissine bırakmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in the Darkness
FanficKim Yoora hayatını belli planlar doğrultusunda yaşardı. Ansızın karşısına Jaehyun çıktığında o planları kendine göre şekillendirdi ama gidişi ardında bir yıkıntıdan daha fazlasını bırakmadı. ... "Onu ilk gördüğüm an, anlamıştım onda farklı şeylerin...