Bazı geceler vardı, göğsünde peyda olan bir his tüm rüyalarını ele geçirir, nereye dönersen bir kafes gibi sarmalardı seni.
O geceleri hatırlıyordum. Acın artık uyuşacak raddeye gelmiştir, o kadar dolarsın ki belki gözyaşların bir lav gibi aksa yine rahatlayacaksın ama olmaz işte, biri boğazına bastırır nefes almanı bile engeller.
Şimdi ise yine bir his vardı ama bu seferki birileri iki koca kanat takmıştı da göğe doğru uçup hiç dokunamayacağını bildiğin bulutlar arasında süzülmek gibiydi.
YoonOh, geri çekilmeden alnını alnıma yasladı ve kapadı gözlerini. Bir caddenin ortasında öylece kendi dünyamızda kapalı kalmıştık. Anahtarını bulamayacağımız bir yere saklamıştık ama bulmak gibi bir niyetimiz de yoktu.
Bazı anlar iki çift sözden daha kıymetli, bazı bakışlar tek bir dokunuştan daha iç yakıcıydı.
Ben, onunla bin ömür yaşasam tekrar dünyaya gelsem Tanrı'ya yine yalvarırdım; onun yanına göndermesi için.
Bir aptal gibi sırıtarak tüm yol boyunca onunla yürümüştüm. Ayağımda topuklularla dünyayı onunla turlasam yine de ağzımı açıp tek bir şikayette bulunmazdım. Keşke biraz daha dolansaydık ama YoonOh üşüyeceğimi söyleyerek eve gelmek için ısrar etmişti.
O yemek işini devralmışken ben de benim için dolabında ayırdığı kısma kendi kıyafetlerimi yerleştirdim. Çantamın büyük bir kısmını kaplayan bakım ürünlerini lavabodaki açılabilir aynada onun tıraş losyonlarının yanına koymuştum.
Son olarak üstümdekileri onun bir tişörtüyle değiştirdiğimde halimden fazlasıyla memnundum. Tişörtü uzun olduğu için mini bir elbise görevi görmüştü ve dışarıda hava soğuk olduğu için YoonOh evin ısısını arttırmıştı. Kalın kalın giyinerek sıcaktan patlamama gerek yoktu.
YoonOh yemek yapma konusunda kendini övmekte haklıydı. İçeriden nefis yemek kokuları gelince ne kadar acıktığımı fark ettim. Saçlarımın bir kısmını tepeden ufak bir topuz yaparak mutfak tarafına geçtim.
Masaya iki tabak yerleştiriyordu. "Ne kadar kıyafet getirirsen getir tişörtlerime musallat oldun değil mi?" derken sesi eğleniyor gibiydi.
Omuzlarımı silktim. "Eksikliğini yaşayacağını sanmıyorum. Hepsi aynı renk ve aynı model." Sandalyeye oturdum.
"Sen bana laf mı attın az önce?" dedi bunu garipsemiş bir yüz ifadesiyle.
"Yemekte ne var? Kurt gibi açım." dedim başka bir şeye yönelerek.
Birçok geleneksel Kore yemeği yapmıştı. Çok acı yiyemediğimi bildiği için buna özen göstermişti. Her defasında nasıl olurda benimle ilgili bu kadar şeyi aklında tutabilir diye hayret ediyordum.
Yemekleri yedikten sonra yine ben bulaşıkları yıkama işini üstlenmiştim. Düne göre işi biraz daha kaptığım için daha hızlı bitirerek salona onun yanına gittim. Koltukta dirseklerini dizlerine yaslamış bir şekilde öne eğilmişti ve film seçiyordu. Bacaklarımı altıma alarak koltuğa oturdum.
En sonunda bir filmde karar kıldığında yanıma oturmuştu ve bir battaniyeyi üstüme örtmüştü. Açıkçası aklım film dışında her şeydeydi. Battaniyenin kenarından çıkmış ip parçasını sürekli kulağına ya da yanağına sürtüp onu huylandırıyordum. Daha fazla dayanamayarak bana döndü.
"Ne sormak istiyorsun?" dedi gözlerime bakarak.
Kaşlarımı kaldırdım. "Nereden anladım bir şey soracağımı?"
Çenesinin ucuyla ekranı gösterdi. "En sevdiğin film var ama izlemiyorsun."
Kısa bir an ekrana döndüm. Derin bir iç çektiğimde göğsüm sıkıntıyla dolmuştu. "Neden gittiğini hiç anlatmadın?"
![](https://img.wattpad.com/cover/150930138-288-k431656.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in the Darkness
FanfictionKim Yoora hayatını belli planlar doğrultusunda yaşardı. Ansızın karşısına Jaehyun çıktığında o planları kendine göre şekillendirdi ama gidişi ardında bir yıkıntıdan daha fazlasını bırakmadı. ... "Onu ilk gördüğüm an, anlamıştım onda farklı şeylerin...