Bir kuyu vardı zihnimin en derinlerinde. Orayı mesken tutmuş zehirli bir yılan anıların üstüne yatmış, onlara her ulaşmaya çalıştığımda zehrini akıtıyordu.
Hatırlıyordum: Yaşamak istemediğim bir anda düştüğüm o dipsiz uçurumdan elimi tutuşunu. O ele, tüm hayat kaynağım avuçlarının içindeki çizgilerde saklıymış gibi sarılmıştım. Ama zaman dönüp durmuş ve tekrar beni aynı yerden vurmuştu. O elin sahibi, beni o uçurumdan aşağıya attığında dibinde bekleyen sonsuzluk değil kendi bilinmezlikleriydi.
Kampın ikici gününe giren o gece oldukça sancılı geçmişti. O çadırdan hiç çıkmak istemememe rağmen, MiCha sabahın erken saatlerinde çadırımı basarak beni dışarı çıkarmayı başarmıştı.
Sabahın erken saatlerinde bulutların arkasına saklanan güneş, saat ilerledikçe kendini göstermeye başlamıştı. Kahvaltı yapıldıktan sonra gruplar halinde çevreyi gezecektik, bu yüzden herkes heyecanlıydı.
Dün geceden sonra kendimi her ne kadar iyi hissetmesem de, yine o herkesin bildiği Yoora'ya dönüşmüştüm. MiCha kahvaltı esnasında bir kızın giyimi hakkında konuşurken ona katılmıştım bile.
"Şu HaEun biraz annesini örnek alsa keşke." diye mırıldandım. "Birçok defileye katılıyor ama hâlâ bir şeyler öğrenememiş."
MiCha güldü. "Defile demişken, aynı hafta defileleriniz olacak. Aranızdaki rekabeti herkes hissediyor."
Dudaklarım hoşnut olmayan bir biçimde büküldü. "Rakip mi? Kimse benim rakibin olabilecek kadar yüksekte değil."
Gözlerini kıstı. "Ses tonun başka bir şeyi ima ediyor sanki." diye bir çıkarımda bulundu. "Aranızda benim bilmediğim bir şey mi var?"
HaEun'a baktım. Gülen yüzüne. Neşesinin gözlerine kadar sıçrayışına. Jaehyun ile samimiyetini, diğerleri ile olan arkadaşlığını izledim ve dönüp kendime baktım. Benim sahip olmadığım her şeye sahip oluşunu anladım. O an aramızdaki o uçurumda esen rüzgarın tüylerimi nasıl ürperttiğini hissettim.
Jaehyun, nasıl da beni yok sayıyordu. Sanki hiç var olmamışım gibi davranıyordu. Dün gece bana olan bakışlarını şimdi nasıl da bir buzdan farksızdı.
Dişlerimi birbirine bastırdım. "Bana meydan okudu. Kendinin benden daha iyi olduğunu ima etti. Ona kimin kim olduğunu göstermek için geç bile kaldım." dedim tek tek. "Yılanın başını küçükken ezmek gerekirdi."
MiCha kaşlarını çattı. Yüzümde nasıl bir ifade gördüyse bu onu afallattı. "Ne yapmayı düşünüyorsun?"
"O sefil hayatına yeni bir soluk getireceğim. Böylelikle Kim Yoora'ya meydan okumanın ne demek olduğunu o küçük aklına ömür boyu kazımış olacak."
Kahvaltıdan sonra kalabalık olan grubu ikiye ayırdılar ve görevlilerle beraber doğa gezisine çıktık. MiCha ve ben aynı gruptaydık. Mingyu, Jungkook ve YeJi de bu grubun içindeydi. Adım kadar emindim ki Mingyu, MiCha'nın bu gruba dahil olduğunu gördükten sonra karar vermişti.
Jungkook ve YeJi önden ilerlerken, Mingyu kulaklıklarını takmıştı ve grubun en arkasından ilerliyordu. MiCha sık sık fotoğraf çekiyordu. Bu yüzden grubun arkasında kalmaya başlamıştık.
Ayakkabı bağcıklarımı bağlama bahanesiyle durdum. "Sen git, ben geliyorum hemen." diye konuştum yere eğilip bağcıklarla ilgilenirken. MiCha üstelemeden yürümeye devam etti ve yanımdan geçip gidenlerle beraber en arkaya kadar gelmiş oldum.
Yanımdan geçip giden Mingyu'yu gördüğümde doğrularak sakin adımlarla yürümeye başladım. Beni fark edince kulaklıklarını çıkardı. Yanında durunca boyunun gerçekten uzun olduğunu bir kez daha anlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven in the Darkness
FanfictionKim Yoora hayatını belli planlar doğrultusunda yaşardı. Ansızın karşısına Jaehyun çıktığında o planları kendine göre şekillendirdi ama gidişi ardında bir yıkıntıdan daha fazlasını bırakmadı. ... "Onu ilk gördüğüm an, anlamıştım onda farklı şeylerin...