₰ III

569 54 14
                                    

Zaman ağır bir şekilde ilerliyordu. Etrafı bir dans müziği kuşatması altına almıştı.

Okulumuz ülkenin varlıklı ailelerinin çocuklarının olduğu bir okuldu. Burslu öğrenciler, para dolu havuzlarda yüzen kişiler için bir sirkte sergilenen oyun gibiydi. Ve bu dörtlü grup da okulun burslu öğrencilerindendi.

Sahip oldukları bu ilgi çekici aura, onları yine de merkeze taşıyordu. Şu anda bile o masada oturabilmek için çoğu şeyini verebilecek kişiler tanıyordum.

Taylandlı, adı çok uzun diye kısaca Bambam diye bilenen çocuk diğerlerine göre daha sosyaldi. Partiden partiye koşardı. Burada parti bir kimlik gibiydi. Birçok defa onu görmüştüm ama konuşma fırsatımız hiç olmamıştı.

Jungkook ile aynı bölümdeydik. Kesinlikle egoistin tekiydi. Öncelikle çok zekiydi ve bu sinirlerimi bozuyordu. Bölüm ikincisiydi ve birinci olabilmek için elinde olan her şeyden vazgeçebilecek biriydi. Kulağıma çalınan bir bilgiye göre bursunun devam edebilmesi için bölüm birinciliğine yükselmesi gerekiyordu ama birinci bendim ve bundan vazgeçmezdim. Bu yüzden aramızda adı koyulmamış bir yarış vardı.

Mingyu İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyordu. Grup içerisinde oldukça konuşkan iken, onlar yokken sessizliğe bürünüyordu. Basketbol takımındaydı ve aynı şekilde basketbol takımında olan ChungHee'nin en büyük rakibiydi.

Jaehyun ise Fransız Dili ve Edebiyatı okuyordu. Çoğunlukla Jungkook ile takılıyordu. Geçen sene basketbol oynuyordu ama bu sene de oynar mıydı bir fikrim yoktu. Onu basketbol maçlarının olduğu zamanlar dışında hic okul kampüsünde görmemiştim. Hangi ara derslere giriyordu, hangi ara çıkıyordu büyük bir gizem konusuydu. Sosyal birisine benzememekle birlikte, bu gece de bu sıkıcı partide olması beni şaşırtmıştı.

Bundan aylar önce ChungHee ile o restoranın teras katındayken yaşadığımız olayı hatırladım. Çatıdan atlayan ve birden karalığa karışan o kişi Jaehyun'du. O gece orada ne işi vardı, birisinden mi kaçıyordu bunu bilmiyordum. Onu gördüğüm an tanımıştım. ChungHee'nin o anı hatırladığını bile sanmıyordum. Çünkü terasın o tarafı gölgede kalıyordu ve miyopu olan biri için net bir görüntü almak imkansızdı.

Ben Jaehyun'a bakarken sanki üstünde olan bakışları hissetmiş gibi bana dönmüştü. Direkt olarak masaları benim karşımda kalıyordu ve kafasını hafif çevirmesi bile gözlerimi tam on ikiden yakalamıştı. Koyu kahve gözleri pürdikkat bakışlarıma kilitlendi. Ne kadar dikkatli baksa o kadar aklımdan geçenleri okuyabilecekmiş gibiydi. Bakışlarımı çekmediğimi fark ettiğinde kaşları çatıldı. Ona bakarken suç üstü yakalandığım için hemen geri çekilmemi bekliyor olmalıydı ama ne yazık ki çevresinde dolanan kişiler gibi değildim. O bakışlarını çekinceye kadar asla geri çekilmezdim. Bir kere birisine böylesine bir üstünlük taslamak herkesin hoşuna giderdi. Bunu anladığında tek kaşı sorgularcasına havalanmıştı. Meydan okuyordu ve benim de istediğim buydu.   

Jung Jaehyun gibi biri ile konuşabilecek fırsat yakalamak imkansız gibi bir şeydi. Bir kere onunla hiçbir ortak noktamız olmadığı için benim değil onun bana gelmesi gerekiyordu. Ve haftalardır beklediğim an gelmişti. Beni merak etmeliydi. Amacımı, kim olduğumu. Ve daha sonra herkes kartını açık oynayabilecekti. 

"Bu kadar dikkatli neye bakıyorsun sen?" Sağ tarafımdan yükselen ses ile tüm düşüncelerim domino taşları gibi dağılmıştı. Yavaşça MiCha'ya döndüm. Elbetteki nereye baktığımı biliyordu ve ağzımdan cevabı duymak istediğini belli eder gibi dudakları sinsice kıvrılmıştı. 

"Avizelere." 

Gözlerini kıstı ve Jaehyun'ların masasının olduğu yere baktı. Jaehyun telefonundan birisiyle konuşuyordu şimdi. "Baya iyi avizeymiş yalnız." diye mırıldandı dudaklarını bükerek. Biz konuşurken birkaç konuşmacı kürsüye çıkmıştı. 

Heaven in the DarknessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin