₰ XXVII

278 30 3
                                    

Son çizgideymiş gibi hissediyordum.

Bir adım atsam her şey son bulacaktı ama ensemde olan korkunun nefesi adımlarımı yere yapıştırıyordu.

Gece yarısı çoktan çökmüştü. Gecenin kasvetini bir şekilde bastırmaya çalışan yıldızlar böylesine bulutlu bir gökyüzünde etkisiz kalıyordu.

Her nefes verdiğimde bir buhar yavaşça yukarı süzülüp gözden kayboluyordu. Ellerimi kabanımın cebinden çıkardım ve kapının buz gibi metal kolunu açarak daha önceden geldiğim şirket binasına girdim.

Kapının girişinde fosforlu harflerle sırtında güvenlik yazan adam beni görünce saygıyla eğildi. "Yoora Hanım, bu saatte buraya gelmenizi sağlayacak önemli bir şey mi oldu?"

Gülümseyerek, "ChungHee hala şirkette mi? Aramalarıma cevap alamayınca merak ederek buraya geldim."

Adam kaşlarını çattı. "ChungHee Bey çıkalı epey oluyor."

"Ah, öyle mi?" Cebimden telefonumu çıkardım. "Şansa bak şarjım bitmiş. Acaba ChungHee'yi buradan arayabilir miyim?"

"Tabii." dedi güvenlik arkasına dönüp masanın üstündeki telefona gideceği esnada karşısında HaEun belirdi. "Selam ve güle güle." Kenarda bulduğu vazoyu adamın kafasına geçirdiğinde daha ne olduğunu anlayamadan zavallı güvenlik yere yığılmıştı.

Yüzümü buruşturdum. Adamın şakağından sızan koyu renk kan beyaz zemine yayılmıştı. "Çok mu sert vurdun sanki?" diye mırıldandım yanından geçip asansöre ilerlerken.

HaEun arka taraftan girmişti. Oradaki girişler kapalı olduğu için Han MinTae yardım etmişti.

"Biraz öyle oldu." dedi o da ekşi bir suratla.

Sekreterin kartını okutarak asansörle on sekizinci kata çıktık. "Baban bu yaptığına çıldıracak." dedim ona bir bakış atarak.

Siyah saçlarını tepeden sıkı bir şekilde bağlamıştı. Benim etek-topuklu kombinimin aksine spor ayakkabı-pantolon giyinmişti.

Omuzlarını silkti. "Benim yaptığım her şeyde çıldıracak bir şey buluyor."

Asansör durduğunda kapının girişinde iki takım elbiseli güvenlik belirmişti. Kulaklarında bir kulaklık vardı. Herhangi bir ters durumda diğerlerini çağırmak için hazırda bekliyorlardı.

"Buraya nasıl girdiniz? HaEun Hanım?" dedi biri kaşlarını çatıp kemik suratında var olan birazcık insancıl duyguyu da silerek.

Arka tarafta merkezde bir sekreter masası vardı. Etrafında ise birçok kapalı kapı diziliydi.

"Kapıdan." dedim HaEun yerine cevap vererek. "HaEun küpesini düşürmüş içeride. Bir bakıp çıkacağız."

Adam, "Ne?" dediğinde anlaşılması güç bir şey anlatmışım gibi bakıyordu.

"Üzgünüm ama olmaz HaEun Hanım. Kurallar katı. Ziyaret saatleri dışında babanızın ofisine giremezsiniz." diye konuştu en başta bizi karşılayan. Diğerinde daha saf bir ifade vardı ama bu daha uyanığa benziyordu.

Komik bir şey söylemiş gibi gülerek ona doğru bir adım attım. "Sen de dedin. Babası. Yabancı yok burada."

"Olmaz hanımefendi. Kurallar açık. Giriş yok." 

Kaşlarımı çattım. "Sen benim kim olduğumu bilmiyor musun?" 

Güvenlik görevlisi kafasını iki yana sallarken yüzümü süzüyordu. "Hayır." 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ben Kim Yoora'yım." Elimle kendi yüzümü işaret ettim. "Hayır, kolay unutulacak bir yüzüm de yok ki." diye mırıldandım kendi kendime. 

Heaven in the DarknessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin