₰ XVI

413 34 9
                                    

Zaman farkına varamayacağın kadar hızlı akar geriye önünü aydınlatmaya çalıştığın kibrit çöpleri kalırdı.

Karanlık bir orman vardı. Göğe yükselen ağaçların her birinden sarkan cesetler her bir yaşıma aitti. Orada öylece duruyordum. Ne geriye gidebiliyordum ne de ilerleyebiliyordum.

Bir ses duyuyordum ardından. Nefes alışlarından bile artık tanıyabildiğim bu sıcaklık, bunca zamandır sahip olamadığım o soğuk kış aylarında sığınmak isteyeceğim o yuva olmuştu.

Senin her zaman yanında olacağım demişti.

Bir kış ayıydı. Dışarıda yağan kar taneleri sanki derin bir sonsuzluktan düşüyor izlenimi veriyordu, her kara bulutlarla kaplı göğe baktığımda.

İçerisi sıcaktı ama dışarı çıkıp o dondurucu soğuğu hissetmek istiyordum. Dudaklarımın arasından çıkan sıcak buharın kayboluşunu, umutsuzca soğuktan korunmaya çalışırken paltomun içine iyice saklanmayı da istiyordum. Birbirine zıt birçok duygu bir mengene gibi etrafıma pusu kurmuştu. Bu güçlü duygu ile her başa çıkamadığımda tekrar kendimi o derin yalnızlıktaki ormanın içinde buluyordum.

"Bu kitapların hepsini okudun mu?" diye sordu elini bir sevgiliye dokunur gibi narince kitapların üstünde gezdirirken.

YoonOh gecenin bir saatinde, bir anda çıkagelmişti burada çürüyüp gideceğimi düşündüğüm bir anda. Bir rehabilitasyon merkezinin birinci katında odalardan birindeydim. Buraya nasıl geldiğimi her hatırladığımda soğuk bir ürperti omurgamdan yukarı tırmanıyordu.

"Hepsini değil." diye mırıldandım. Çıplak ayaklarımı yataktan sarkıtmıştım. Yerle temas ettikçe daha dinç kalıyordum.

"Neyin var?" diye sordu YoonOh sesimdeki tınıyı fark edince. Kaşları çatılmış, yüzü gerilmişti. "Bana anlatmaktan çekinme."

YoonOh bu kapalı kaldığım yerde tek ziyaretçimdi. Annem ve babam kızlarının sorunlarıyla birebir ilgilenmek yerine bir kliniğe kapatarak beni bir başıma bırakmışlardı. Buna üzülmüyordum. Onların tam tersi bir hareket yapması beni daha çok şaşırtırdı.

"Bir şeyim yok." dedim omuzlarımı silkerek ama bunu söylerken dalgın bakışlarım karaya vuran bir balık gibi zemin üzerinde dalgalanıyordu.

Derin iç çekişini duydum. "Biliyorum burada kalmaktan mutlu değilsin ama iyiliğin için."

Bu sözler hali hazırda titreyen ellerimi biraz daha titrettiğinde yumruklarımı sıkarak avuç içimde kalan çarşaflara tutundum. "Görmüyor musun?" diye sordum ağlamaklı bir sesle. "Ne kadar acı çektiğimi görmüyor musun?"

Buraya ailem dışında başkalarının girmesi yasaktı. YoonOh da birinci katta olmamdan faydalanarak her gece penceremden içeri bir hayalet gibi süzülüyordu. O kadar hızlı ve çevikti ki bazen o giderken arkasından bakardım, karanlık içerisinde saniyeler içinde gölgelere karışırdı.

Ses tonumun biraz yükselmesi ile hemen yanıma geldi. Bir dizinin üstüne çökerek, titreyen gözleri ile bana baktı.

"Görüyorum." diye yutkundu. "Bunun üstesinden geleceksin."

Kafamı hızla iki yana sallayarak onu geriye ittim ve ayaklanarak odanın için de titreyen bir beden ile ileri geri yürümeye başladım. "Her gece kabuslarımdan çığlık çığlığa uyanıyorum. Her zaman aynı yüzleri görüyorum. Beni hor görüyorlar, aşağılıyorlar. Bunun üstesinden artık gelemiyorum. Acıyı dindiremiyorsan uyuşturman gerekir."

YoonOh kollarımdan tutarak beni durdurdu. Gözlerinde parlayan korku ve öfke karışımı ile bana baktı. "Bunu sana söyleyen Taeyong'du. Onun sözlerine inanıp da düştüğün şu yere bir bak!" dedi katı bir sesle. "Acının üstesinden kendin de gelebilirsin. Seni uyuşturan şeyler seni kurtarmaz."

Heaven in the DarknessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin