25.Bölüm: Milano Gibi

165 33 1
                                    

1 hafta sonra...

 - YİĞİT -

"Alo, Yiğit biz çıkıyoruz"

"Tamam. Emre 'de anahtar var siz geçin eve bende geliyorum."

"Neredesin sen?"

"Mezarlıktayım gelirim 20 dakikaya."

"İyisin değil mi ?"

"Olacağım." deyip telefonu kapattım. Elimdeki kırmızı gülleri mezarlığın üstüne bıraktım ve mezar taşında yazan isime son kez bakarak arabaya doğru yöneldim. Mezarlığın sessizliğinin verdiği huzurla gözlerimi kapattım. Kafa dinlemeye ihtiyaç duyan insanların neden sahil gibi kalabalık yerleri tercih ettiğini hiç anlamıyorum. Kafasını dinlemek isteyen biri mezarlığa gelmeli bence. Ne sizi rahatsız edecek insan var ne de bir ses. Tabii mezarlık deyince hemen korkuyorlar, saçma sapan düşüncelerle boğulup duruyorlar. Ama insanlar zaten yalnız olmaktan değil yalnız olmamaktan korkuyorlar. Herkes benim gibi psikopat değil. Bir haftadır günlük 4 saat kim mezarlıkta durur. Bugün İstanbul'da ki son günüm yani günümüz. Benim bu şehirden gitmem her şeyi yoluna sokacak gibi duruyor. Nereye gideceğim hakkında hiç bir fikrim yok. Şu an tek bildiğim bugün bu şehri terk etmem gerektiği. Bu şehirde kalmamın tek bir sebebi vardı. İlk kez kendime hiçbir şekilde engel olamadığım, ne kadar istesem de uzaklaşamadığım inatçı bir kızdı. Lakin  en büyük zararı da ona vermedim mi zaten? Bir çok kez darp edilmesine, anne ve babasının mezarının başında vurulmasına sebep oldum. Ben sadece kötü olaylara sebep oldum. Bu yüzden elimde olan tek şeyi yapacağım. Ben olmazsam doruk kimseye zarar veremeyecek. Kimseyi vuramayacak, kimseyi öldürmeyecek.

Eve yaklaşmak üzereydim. Her ne kadar ayaklarım geri geri gitse de bunu yapmak zorundaydım. Artık kolumda bir sevdiğimi daha ölüme vermek istemiyordum çünkü. Ben hep annemin bana öğrettiği gibi dimdik, güçlü olup bu şehirden gitmeyi de başaracağım. Arkamda hüzünlü anıları ve kalbimi bırakıp gideceğim. İnanın bana aslında gitmeyi hiç istemiyorum ama bu sefer kalbimi dinleyecek kadar aptal değilim. Sanem'den önce nasıl duygularım yoksa şu saatten sonra da eskisi gibi olacağım, duygusuz.

Arabayı Sanem'in evinin bahçesinde durdurdum. Yan koltukta duran, iki hafta önce ona aldığım hediyeyi elime alıp indim arabadan. İlerlemedim, bunu yapabileceğimi sanmıyorum. Hayır sanıyorum ama istemiyorum. Evet güçlüyüm ,evet dimdik duruyorum ama bunu yapabilecek gücü nasıl toplayacağım  bilmiyorum. Yapacağım, sadece yarım saat Yiğit yapabilirsin. Çık yukarıya, son kez kokusunu içine çek ve siktir olup git bu şehirden.  Ne diye ölecekmiş gibi hissediyorsun ki? Altı üstü bir kızı bırakacaksın oğlum. Bakacaksın yüzüne sert gözlerinle, gidiyorum diyeceksin ve gideceksin. Bu kadar basit. Eve doğru adımlarımı atmaya başladım ve kapının önünde durdum. 

Burada tam burada Sanem'in canını yaktığım için duvara yumruk atmıştım ve o, o bana canını yakmama rağmen pansuman yapmıştı. Elimi iyileştiren şey ne bir sargıydı ne de kremler ,ilaçlar. Elimin acısını alan tek şey pansumanı yapan kişiydi, onun dokunuşlarıydı. Onun titrek elinin elime değmesiydi. Şimdi gir ve bir daha şahit olamayacağın o titrek dokunuşları son kez hisset.

 Kapıyı çaldım ve açılmasını bekleyecek sabrı kendimde bulamayarak elimi sol, arka cebime attım ve cebimden anahtarı çıkardım. Önce oturma odasına girdim ve  kendime en yakın koltuğa kendimi bıraktım. Sakin kalmaya çalışıyordum. Yıllardır dolmayan gözlerimin aptal gibi dolmasını engellemek zorundaydım. Bu koltukta onunla ilk kez birlikte uyumuştum. Daha doğrusu o uyumuştu ben onu izlemiştim. Bambi gibi uzun kirpiklerini, alt dudağının ne kadar dolgun durduğunu, omuzlarıma düşen upuzun saçlarını incelemekten uyumayı bırak nefes almayı bile unutmuştum. Tüm gece neden kendimi ona bu kadar yakın hissettiğimi düşünmüştüm ve bulabildiğim tek cevap hiçbir fikrim olmadığıydı. Annemden sonra hiç bir kadına bağlanmayacaktım kendime söz vermiştim ,bağlanmayacağım!

Ayağa kalktım ve oturma odasını ardımda bırakarak merdivenleri çıkmaya başladım. Ağır ağır ,istemsizce çıkıyordum merdivenlerden. Görüş açıma giren Emre ile olduğum yerde durdum. Bakışları dağılmış saçlarımdan şişmiş göz altlarıma indi ve gözlerimde durdu. Yüzünde acımış bir hal vardı.

"Geldin mi Yiğit?"

"Gelmemiş gibi mi duruyorum?"

"Biz konuştuk seni arabada bekliyoruz abi, çok üstüne gitme zaten kendini yıpratıyor biliyorsun."

"Ne dediniz?"

"Açıklama yapmadık. Sadece vedalaştık."

"Tamam siz arabaya geçin bende geleceğim." Emre'nin arkasından hüzünlü yüzüyle duran Savaş, hiçbir şey demeden sol omuzuma iki kez vurup aşağıya inmeye başladı. Emre de onu takip ettiğinde odaya yönelip içeri girdim ve sessizce kapıyı kapattım.

"Duvar surat?"

"Benim güzelim." dedim ve yatakta oturmuş, korku içinde bana bakan o kocaman gözlere baktım. Sadece baktım, duvara yaslandım ve dakikalarca hiç ayrılmak istemezcesine gözlerine baktım. Sanki o da benim gideceğimi biliyormuş gibi konuşmadan süzdü beni. Önce elimdeki ona aldığım kutuya baktı, daha sonra gözleri dudaklarımda dolaşıp gözlerimle buluştu. Keşke sana aşık olmasaydım sevgilim. Keşke senden bazı şeyleri saklamasaydım ya da açıklayabilseydim ama açıklasaydım benden de nefret edecektin. Belki başka bir gezegende buluşur ellerimiz tekrar. Belki tekrar aşık oluruz birbirimize. Belki de başka hayatta, güzel bir ailem olur, kötü işlere bulaşmayan bir ailem ve o zaman seni korumam için seni bırakmam gerekmez. Daha güzel tanışırız. Senin utanmadığın bir tanışma, senin dövülmediğin bir tanışma. Güzel bir hayat yaşarız belki hem kaliteli hem de daha farklı bir hayat.  Tıpkı Milano gibi...

DUVAR SURAT Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin