Harry'nin Ağzından:
Konser bittikten sonra otele gidip duş almış ardından üzerimi giyinip çocuklarla bir şeyler içmeye çıkmıştım. Açıkçası doğum günümden beri pek iyi değildim ama turne başladığı için öyleymişim gibi görünmek zorunda kalıyordum... Çocukların hepsi ne olduğunu bildiği için üzerime gelmiyorlardı ama bazen bana acıyan gözlerle baktıklarını yakalıyordum.
İnsanlar önümde kendilerini müziğe kaptırmış dans ederlerken saatime bakıp Londra'da saatin kaç olduğunu hesapladım ve daha sessiz bir yere gidip telefonuma evin numarasını tuşladım.
Nasılsa uzun bir süre evde olmayacaktım. Emma'ya sadece haftada bir gün evi toparlaması için gelmesini söyleyecektim. Artık her gün evde kalmasına gerek yoktu, bir süreliğine kendi ailesinin yanına dönebilirdi.
"Efendim?" Bu sesin Emma'nın sesi olmadığına yemin edebilirdim.
"Kusura bakmayın sesiniz gelmiyor." İpek. İpek evdeydi. Ve telefonu açmıştı. Onu özlediğimi fark ettim. Sadece 3 gün olmuştu ama onu deli gibi özlemiştim. Doğum günümde olan o sikik olay gerçekleşmeseydi şu anda odamızda sevişiyor olurduk ve hafta sonuna kadar tüm vaktimizi birlikte geçirirebilirdik.
"İpek?" dedim sessizce. Bana bağırmasını beklerken başka bir şekilde cevap verdi:
"Evet benim, ama bir saniye camın önüne geçeyim sesinizi alamıyorum." dedi. Şu an sesimi tanıyamamış olmasına minnettardım. Tekrar konuşmasını beklerken telefondan küçük bir çığlık sesi yükseldi ve ağzımı açıp ne olduğunu soracakken konuşmaya başladı:
"Ah, lanet olsun! Cam kırıklarından nefret ediyorum!" dedi yüksek sesle.
"Ah, Tanrım! İpek ne oldu, iyi misin, bir yerin acıdı mı? Tanrım! İyi misin?" diye bağırarak soru sormaya başladım. O her ne kadar böyle düşünüyor olmasa da ona herhangi bir şey olsun istemiyordum.
Beklediğimden daha çabuk ve sert bir şekilde cevap verdi: "Evet, acıdı. Ama merak etme hiç kimse senin kadar acıtamaz!" dedikten sonra ona seslenmeme zaman bırakmadan telefonu yüzüme kapattı.
Hiç kimse senin kadar acıtamaz.
Senin kadar acıtamaz.
Senin kadar...
Telefonu zorlukla kapatıp oturduğumuz yere dönmek için koridora yöneldim. Dediği şey canımı yakmıştı. Beni yine dinlememişti, sonra üzülüp beni terk etmişti. Ah, evet beni resmen terk etmişti.
Ama orada Liam'a anlatmaya çalıştığım şey, ilk başta İpek'i Nadine'ye ne kadar benzetsem de daha sonra onunla hiç bir alakası olmadığını, İpek'e aşık olarak hayatımda verdiğim her güzel kararı verdiğimdi. Ve İpek cümlemin ortasında gelip yanlış yerleri duymuştu...
Tüm suç benimdi. Tanıştığımız gün ona Nadine'yi düşünerek 'Hadi, birlikte yemek yemeye gidelim, oley!' dememeliydim. Onu üzmemek için 'Tabii ki yemek yemeye gidebiliriz.' demeliydim...
Her gece annemle konuştuğumda bana İpek'i soruyordu ve her seferinde onun iyi olduğunu söylüyordum -asıl sorun İpek'in iyi olmamasıydı. Telefonu canlı bir sesle açmıştı ama karşısındakinin ben olduğumu anlayınca sesi sertleşmiş ve düşmüştü... Anneme, tekrar kavga ettiğimizi söyleyemezdim, en azından şimdilik...
Koltuğa oturduğumda çoktan gelmiş olan viskimi elime alıp boş gözlerle dans eden insanlara bakmaya başladım.
Niall telefonuyla uğraşıp gülümsüyordu; Liam, Sophia'yla konuşuyordu; Louis ise Matt ile birlikte bir şey tartışıyormuş gibi görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just A Little Bit Of Love (DÜZENLENİYOR)
Fanfiction"Adın? İpek... Anlamı ne yani İngilizcesi falan var mı?" "Silk." "Kumaş türü gibi yani?" * Eğer olmasını dilediğiniz şeyleri kalbinizden isterseniz, bir gün gerçek olabilirler. Dilediğiniz her şey. Not : Hikayenin tüm hakları saklıdır. İzinsiz b...