Harry şarkı sözlerinin sırasını unuttu, konserde konuşmadı ve her zamanki şakalarından yapmadı.
Bunu normalde yapmayacağını biliyordum, sadece ona verdiğim haber sonucu sarsılmış ve evine gitmek için sabırsızlanmaya başlamıştı. Ama böyle davranması yanlıştı -en azından yönetimlerine göre... Hep yaptığı gibi insanları eğlendirmesini istiyorlar fakat onun da insan olduğunu unutuyorlardı.
"Hadi gidelim. Ah, Haz-" Elimde ikimizin kıyafetlerinin bulunduğu valizleri tutarken Harry'e seslendim.
"Onları ne ara topladın?" Islak saçlarını geriye verdi.
"Aradan sonra gidip geri döndüm sevgilim." Lou'yu gösterdim. "Şimdi git ve saçlarını kurut, hasta olmanı istemiyorum."
İtiraz etmek istercesine ağzını açtı ama onu susturdum. "Uzun yolculuğa çıkıyoruz ve annenin bir de senin hakkında endişelenmesini istemiyorum Hazz. Zamanımızı harcama ve lütfen
saçını kurut."Korktuğunu biliyordum. Çünkü ben de korkuyordum. Sevdiğiniz birini kaybetme düşüncesinin ne olduğunu biliyordum.
Aklıma onlarca senaryo kurmuş ve eğer kötü bir şey olursa etrafı nasıl toparlayacağımı düşünmüştüm. Çünkü, Gemma çoktan annesinin yanına varmıştı ve durum kötüye giderse onlara moral verecek tek kişi bendim. Robin'i en az ben tanıyordum. Ama yemin edebilirim ki ne zaman birlikte zaman geçirsek bana kızıymışım gibi davranmıştı...
"Sakinleş." dedim Harry'nin parmaklarını okşarken. "O iyi olacak, önemli bir-"
"Hastenedeler İpek, önemli bir şey olmadığını söyleme bana!" dedi ve sonra başını omzuma koyarak havaalanına gidene kadar saçlarıyla oynamama izin verdi. En azından kafasını dağıtabiliyordum.
Havalanında ise bin bir yalvarış ve kavgayla gitmek için izin aldığımız (Harry diğer haftadaki konserlere katılamayacaktı.) özel uçak bizi bekliyordu, pasaport kontrolünün ardından binmiş ve ne ara 8 saatin geçtiğini anlamadan Londraya varmıştık.
Harry uçakta korkularını söylemiş, ben de onu sakinleştirmeye çalışmıştım. Ah, aslında ikimizi sakinleştirmiştim çünkü Tanrı biliyordu ki eğer Harry'i sakinleştirmek zorunda olmasaydım kafayı yiyor olurdum. Daha sonra ise onu biraz öpmüş ve her şeyin yoluna gireceği hakkında söz vermiştim.
Ve verdiğim sözü tutamamaktan korkuyordum.
Taksiden inerken Anne'ye mesaj attım ve oda numarasını istedim. Robin'in durumu hakkında hiçbir fikrim yoktu, hatta hastalığının ne olduğunu bile bilmiyordum, aslında ikimiz de bilmiyorduk, ama Harry'nin düşünmek istemediği şeyin ne olduğunu uçaktayken anlamıştım.
Kanser.
Ona belki de annemle bu durumu atlattığımızı söylemeliydim. Sıkıntı çeksek bile sonunda tekrar gülebildiğimizi söylemeliydim. Fakat söylemedim, ben de durumun ilerlemesinden korkuyordum.
Ah, en azından doktorla konuştuktan sonra ikimiz de derin bir nefes verip odaya yüzümüz güller açarak girebilmiştik. Çünkü Harry ile bu konuya çok girmek istemesek de ikimiz Robin'in cidden ölüm döşeğinde falan olduğunu düşünüyorduk. Ama doktor, kalp krizi geçirdiğini söyleyince mutluluktan oynayacak düzeye gelmiştik. Tamam, ciddi bir şeydi, kalp rahatsızlığı insanı bir anda götüren bir hastalıktı ama o kadar kötümserdik ki bu haber bize kötünün iyisi olarak gelmişti.
Kedilerin melekleri (Evet, Gemma ve Anne'ye bu adı takmıştım çünkü ikisi de kedilere bayılıyorlardı ve Dusty/Olivia sayesinde beni de kedilere alıştırmışlardı!) ikimize sarıldıklarında onların da rahatladığını hissetmiştim, yanınızda duracak birinin olduğunu bilmek her zaman önemliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just A Little Bit Of Love (DÜZENLENİYOR)
Fanfiction"Adın? İpek... Anlamı ne yani İngilizcesi falan var mı?" "Silk." "Kumaş türü gibi yani?" * Eğer olmasını dilediğiniz şeyleri kalbinizden isterseniz, bir gün gerçek olabilirler. Dilediğiniz her şey. Not : Hikayenin tüm hakları saklıdır. İzinsiz b...